Siyonizm-Sinoizm farkı ya da Çin'in Bir Kuşak-Bir Yol projesi

Tarihî İpek Yolu’nun günümüz dilindeki farklı sıfatlarla söylemi yerini bir süredir “Bir Kuşak-Bir Yol” başlığına bıraktı.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in bu projenin başlangıç yeri olarak belirlediği merkez ise bizi yakından ilgilendiriyor; Sincan Uygur Özerk Bölgesi.

Çin kısaca, son 10 yıldan fazla bir süredir Batı’nın sıkça dile getirdiği Yeni İpek Yolu ile Çin’in gündeme oturttuğu Denizden İpek Yolu projelerini birleştirerek “Bir Kuşak-Bir Yol” projesini (ya da stratejisi) hayata geçirmeye başladı.

Çin’in bu şekilde adlandırmasının bir nedeni de İpek Yolu’nun coğrafik olarak psikolojik de olsa kısıtlayıcı olmasıydı. “Bir Kuşak-Bir Yol” tanımıyla daha evrensel ve uzak erimli stratejik alanlara uzanan yere oturmuş oldu. Kısacası Avrasya’nın çekim alanına!

Çin’e bu aralar hangi ülkeden kim gelirse “Bir Kuşak-Bir Yol”un dünya ekonomisine yapacağı önemli katkıdan söz ediyor ve daha önemlisi kişiler, ülkelerinin de buna dâhil olmasını istiyor. Öyle ki işte İpek Yolu’nun coğrafik sınırları kalktı, -yapılan anlaşmalara ve söylenenlere bakarak söylüyoruz- Litvanya, Belçika’ya kadar uzandı. Net olarak ülkelerin beklentisiyse elbette Çinli firmaların gelip ülkelerinde yatırım yapmaları. Eee, işte Siyonizm’in işleyişi buraya kadarmış. Ama Siyonizm elbette hemen teslim olmayacak, çarpışacak; işte en son olarak Ukrayna’da, Suriye’de olan biten ve belki de (dilim varmıyor ama) Türkiye’de olacak olanlar. Burada şu gerekti; “eeyyy PKK, HDP!”

Ülkelerin Çin’den yatırım beklemeleri işin püf noktası, ya da zurnanın zırt dediği yer. Şimdiye değin kaşıkla gelip yatırım yapan Siyonist şirketler, sonrasında hamuduyla götürüyorlardı. Ancak işte bunun ayırdına ilk varanlar Afrika ülkeleri oldu. Bunun en büyük nedeniyse Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğundan bu yana Afrika ülkeleriyle geliştirdiği yakın ilişki. Bu ilişki özellikle son 10 yılda tavan yaptı. Afrika’nın gözle görülür kalkınmasının temelinde de aslında bu var. Kısaca “en çok sömürülen ilk uyanan oldu.” Şimdi sıra kalkınmış ülkeler ve onların suyuna gitmek zorunda kalanlarda.
Bizim durumumuzsa farklı. AB üyesi olaydık, buldumcuk olabilirdik; Gümrük Birliği’ne trajedi içerikli girişimizi hatırlayın. Ama 12 Eylül, PKK, AKP ve Feto ile devam eden süreçte de sona geliniyor.

O nedenle çatışma sahasının bundan sonra Türkiye olması kaçınılmaz gibi. Zaten olan biteni görüyorsunuz işte.

Ancak Çin gidişatı izliyor: Bu artık çok açık. Çin’in Türkiye’ye yönelmesinde ciddi adımlar var. Türkiye’nin de NATO üyeliğinden gelen bir aşırı yorgunluğu var. O nedenle Türkiye de artık Avrasya’ya –ister istemez- yaklaşıyor. Çoook emareler belirmedi mi!

Ancak Türkiye’nin içindeki dinamikler daha çok çarpışacak. Şurası da kesin; Suriye’yi parçalayamayan bu saatten sonra İran’ı ve Ortadoğu’yu istediği gibi hiç parçalayamaz ya da diğer deyişle buranın kaderi artık tek yanlı çizilemez. Rusya-Çin artık Ortadoğu’ya yerleşti. Uzun zamandır Çin’in ekonomik, Rusya’nın politik yatırımları bölgede güçlü. Siyonizm ise Ortadoğu’da felaket yorgun düştü. Avrasya’dan gelen sinyalleri işte yazıyoruz; lafla değil eylemle oluyor. Siyonizm istediği kadar dirensin; Çin, Güney Asya denizinin güneyinde adalarda istediği inşaatını tamamladı. Asya Altyapı Kalkınma Bankası’nı kurdu. “Bir Kuşak-Bir Yol” projesini hayata geçirdi vs. Diğerlerini saymaya gerek yok. Bunun karşısında yer alan Siyonizm (AB/D) ne yapıyor? Halen sömürü, halen savaş, halen “hep bana Rabbena.” Yunanistan’ın artık patlama noktasına gelen durumundan da anladığınız üzere hepsi sıkışmış durumda.

Türkiye’nin Batı’dan alması gereken “muassır medeniyeti” özellikle son 35 yıla bakınca anlıyoruz ki fena ıskaladı. Bakalım–yakalamak zorunda olduğumuz, başka çıkışımız olmadığı kesin olan- Doğu’dakini hangi koşullarda yakalayacağız. Bütün mesele bu!

Önceki ve Sonraki Yazılar