Cehaletin sefaleti - 1

Sanılanın aksine her Türk asker doğmasa da her Türk’ün diğer uluslardan insanlar gibi cahil doğduğu aşikârdır. İçgüdülerden başka yol gösteren tek bir kılavuz olmaksızın doğarız hepimiz. Doğduktan sonra geçirdiğimiz her gün öğrenmekle geçer. Aslında hayatın ilk yıllarında yer, içer, altımıza eder ve yatar gibi görünürüz. Ancak bütün bu rutinlerden çok daha fazlası vardır. Gülücüklerimiz ve ağlama zırıltılarımız ardında kendini gösterir o faaliyet.

Bebekken ve çocukken korkunç bir öğrenme eylemi içinde günlerimizi yaşarız. Bütün bu öğrenme çılgınlığı, tüm hayatımız boyunca bir daha asla yaşayamayacağımız bir ivmede yaşanır. Vakum gibiyizdir o vakitler. Her şeyi içeri çekeriz. Kendimizce çözümler ve kataloglarız. İşe yarayanları saklarız. İşe yaramayanları yaşlılıkta kullanmak üzere geri dönüşüm çöplüklerimize atarız. Bir bebekten daha fazla ne beklenebilir ki?

Bebeklik çağında öğrendiklerimiz, başta aile kurumu olmak üzere sosyal çevrenin bize sunduklarından ibarettir. Bir bebek olarak alıp başımızı uzak diyarlara gitmemiz söz konusu değildir.  Henüz okuma yazma dahi bilmediğimiz için o sıralarda ne Engels’ten, ne Hegel’den kısacası dünyadan haberimiz olmadığı halde yine de bir öğrenme çılgınlığı yaşarız.

Elbette bazı şanslı çocuklar henüz anne karnındayken Marksları, Andre Gideleri, Neyzen Tevfikleri,  Ömer Hayyamları ve bilcümle bilgi ile estetik uzmanlarını duyuyor olabilirler. Lakin büyük bir bebek çoğunluğunun, özellikle günümüzde başta televizyon denen çağdaş Deccaller çağında öküzlerden bile daha sağlıksız ortamlarda, misal televizyon dizilerinin izlendiği ortamlarda yetiştiğine eminim ben.

Şu anda hayatta olan insanların çok büyük bir bölümü ve hatta bazı balinalar ile kaplumbağalar ve kimi ağaçlar dışında neredeyse tüm canlıların yüz yıl sonra bu gezegende toprağa karışacağını maalesef biliyoruz. Yüz yıl sonra, canlılığın altın üreme güdüsü sayesinde gezegene yerleşen başka insanlar ve diğer canlılar yine olacak. Onlar da benzer öğrenme çılgınlıkları yaşayacaklar. Üstelik onlar, büyük bir olasılıkla bizden çok daha fazla şey öğrenmek zorunda kalacaklar.
Düşünsenize, bizler bile yüz yıl önce bu dünyada yaşayan insanlara göre ne kadar çok fazla şey biliyoruz. SMS mesajı atmayı bilmiyordu atalarımız mesela. Hatta o çokbilmiş Albert Einstein bir facebook sayfası dahi açamayıp bir tweet bile atamadan bu dünyadan göçtü gitti. İşin ilginç yanı, onun yıllar boyu geliştirdiği akıl almaz gibi görünen teorileri biraz sıksak bir yerimizi 15 dakikada öğrenebiliyoruz günümüzde (Bilmeyenlere ben anlatırım. 15 dakikalık bir iştir Einstein. Bakmayın siz İsmet Berkan’ın asırlardır yazdığı soğuk füzyon tadındaki çeviri bilim yazılarına. Bertrand Russell bile dinden imandan çıkardı İsmet Berkan’ın bilim dergilerinden kotardığı Pazar yazılarını görseydi. İnsanı bilimden soğutmaya hiçbir gazetecinin hakkı olmamalı).

Bebeklik çağımızda yalan yanlış bile olsa deli gibi öğrendiğimiz her şeyi hayatımız boyunca kimimiz sırtında taşır. Kimimiz ise o öğrendikleri bilgileri aydınlanma ülkesine varmak için bir binek taşıtına çevirir. Sırtında eşek yükü yapmaz kafası ve kalbi çalışan birey. Hele hele sırtında taşıdığı eşek yükü bilgilerle kendine toplum içinde saygın bir yer edinmek gibi lüzumsuz ego işleriyle hiç uğraşmaz. Doğrudan çevresine faydalı olmanın yollarını arar ve bulur.

Eğer bilgiyi cehaletin için kurban etmiyorsan, bilgiler senin sırtında yük olmaz. Sen o bilgileri sürersin doğruya ve aydınlığa doğru. Bu durumu belirleyen unsurun ne olduğunu çözmek ise hiç kolay iş değil. Ben kırk küsur senedir neden bazı insanların öğrendikleri bilgiler tarafından işkenceye uğradığını ve bu yüzden öğrendikleri bilgilerle başkalarına işkence ettiklerini hala anlayabilmiş değilim. En mühim bilgi yurtları olarak sayabileceğimiz medyamız, okullarımız, üniversitelerimiz maalesef onlarla dolu (Bu arada medyamız derken yanlış anlaşılmasın. Havuz medyasını medyadan saymıyorum.  Onlar bir gün nefretle anılacak habis bir kitle sadece).
Öğrenme eylemi karşısında karşımıza çıkan ilk gerçek duvar, sanılanın aksine aileden çok okul kurumudur. Aile iyi kötü sevimli bir engeldir öğrenmeye. Oysa okul öyle değildir. Okullar, normalde eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Hal böyle olunca, ilk bakışta bu kurum içinde her bireyin çok şey öğrenebileceğini sanmak durumundayız. Lakin özellikle Türkiye ve ABD gibi dünyanın en sağcı ve en yobaz ülkelerinde okullar hiçbir zaman masum bir eğitim ve öğretim kurumu olmamıştır. Hemen her sağcı veya solcu görünüp sağ vuran iktidarların tenceresidir okullar. Hani şu üçüncü sınıf yamyam filmlerinde kocaman tencerelere beyazlar atılır ya, bizim okullarımız işte o yamyam köylerinden farksızdır.

Teşbihte hata olmaz. Sağcı iktidarların ve onların yandaşları ile soytarılarının bu ülkede yaptığı en sistematik şeyin yamyamlık olduğunu biliyoruz. Gençleri o cehalet tencerelerinde pişirmekten sapıkça zevk alır bu sağcı iktidarlar. Hatta işi daha da büyütüp bütün dünyada bu işi yapanlar da var biliyorsunuz. Hepsinin biricik gayreti ise kendi camiaları, cemaatleri ve iktidar çeteleri dışında olan herkesten nefret edilmesini sağlamak. Bunun için örgütlü bir cehaleti kurumsallaştırmaktan başka gayretleri yok. İktidarları için tek ihtiyaç duydukları azılı bir cehaleti daima iktidarda tutabilmek için vakıflar açıp gayrimeşru, yasa dışı, ahlaksız ve hatta kanlı paralar ile yarattıkları havuzlardan besliyorlar bile günümüzde.

Oysa gerçek pek basittir. Kendiniz gibi olmayanlardan nefret ediyorsanız siz bir faşistsiniz. Bütün faşistler gibi örgütlü cehaletinizin sefaletinde eninde sonunda çırpına çırpına boğulup gideceksiniz.

Devam edecek…

Önceki ve Sonraki Yazılar