İstiklal Mahkemeleri ile ilgili bir yalan daha çöktü

İstiklal Mahkemeleri, dünya ihtilaller tarihinin, en uygar şekilde kurulmuş ve en uygar şekilde yargılama yapmış ihtilal mahkemelerindendir. Kanunla kurulmuşlardı; üyeleri, milletvekili idi; yargılamalarının her safhası tek tek zabıtlara geçmişti.

Cumhuriyet düşmanı dinbazların, muhtelif İstiklal Mahkemesi yalanları vardır. Bunlardan biri de, “Maraş’ta şapka giymediği için 500 kişinin asıldığı” yalanı idi.
(Benim tanımıma göre, bir dindardan farklı olarak, bir dinbaz, ait olduğu dinin, hatta bütün büyük dinlerin, insanlara sahip olmasını emrettiği ahlak, vicdan, adalet, iyilik, doğruluk, güzellik duygularından hiç birine sahip olmayan, ama kendisini, o dinin sofu takipcisi gibi gösteren, hasta ruhlu kişiye denir.)
Bu hafta, çeşitli basın organlarında okuduk, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden Prof. Ahmet Eyicil, 5 aylık bir çalışmayla, 5000 sayfalık zabıtları inceleyerek, hiçbir kimsenin şapka giymemekten asılmadığı sonucuna varmış. Kahramanmaraş’ta 1925’de İstiklal Mahkemesince asılan 3 kişi, siyasi suçtan değil, o zaman idamla cezalandırılan, hırsızlık, haydutluk gibi adi suçlardan asılmış.
Tekrar hatırlatalım: İstiklal Mahkemeleri, dünya ihtilaller tarihinin, en uygar şekilde kurulmuş ve en uygar şekilde yargılama yapmış ihtilal mahkemelerindendir. Kanunla kurulmuşlardı; üyeleri, milletvekili idi; yargılamalarının her safhası tek tek zabıtlara geçmişti. Hiç mi hata yapmadılar? Bugünün normal şartlarının uygar mahkemelerinde ne kadar hata oluyorsa, o kadar olmuştur.
Bakınız, Fransız veya Bolşevik İhtilali mahkemelerine, hukuksuzluğun, usulsüzlüğün hüküm sürdüğü çapulcu mahkemeleri halindeydiler.
Sıradan bir ihtilal sırasında, huzursuzluk çıkan yere bir grup silahlı gönderilir, o silahlılar uyduruk bir mahkeme yapar, hayatlara son verir.
Atatürk gibi bir dehanın ihtilalinde ise, İstiklal Mahkemeleri kurulur.

***

Washington’da gizli Suudi belgesi skandalı

Geçen yıl, Amerika’nın itibarlı dergisi The New Yorker’da çıkan bir makale ile, kokusu çıkmıştı: Suudi Hükümeti’nin 11 Eylül saldırılarının yapılacağından haberdar olduğu ve/veya finansal destek verdiği doğrultusundaki bazı istihbarat raporlarının bulunduğu yazılmıştı. Bu raporların var olduğu kabul gördü. Ancak, ne Bush yönetimi, ne de Obama yönetimi, bu raporlar üzerindeki GİZLİLİK korumasının kalkmasına izin vermedi. Gerekçe: “İstihbarat kaynaklarımız ve yöntemlerimizin ortaya çıkması, terörle mücadelemizi zarar verir.”
Saldırılarda hayatlarını kaybedenlerin ailelerinin açtıkları davalar yüzünden, Suudi hükümeti, davalı haline gelmiş. Bu hafta, eski bir El Kaide üyesinin tanıklığıyla mesele yeniden canlandı. Çünkü, Zacarias Moussaoi isimli, halen hapisteki tanık, üç Suudi prensinin ismini vererek, onlarla işbirliği halinde terörist eylemlerde bulunduklarını iddia etmiş. Gizli belgelere erişim yetkisi olan, biri Demokrat, biri Cumhuriyetçi iki kongre üyesi, bu tanığın söyledikleri ile istihbarat belgelerinde yazılanların uyuştuklarını beyan ederek, belgeler üzerindeki gizliliğin kaldırılmasını talep etmişler. Yani, muhtemelen, belgeler üzerindeki GİZLİLİK kararı Amerikan halkını korumak için değil, Suudi ailesini korumak içinmiş. Daha, Suudi Kral’ının, “krallara layık” cenazesi yeni kalktı; biz de, yas ilan ettik! Umarız, İnsanlık, petrol yerine geçecek enerji kaynaklarını çabucak pratik hayata geçirir de, Amerika gibi bir ülkenin hayatıyla bile oynamaya kaadir para babalarının, bizim siyasi hayatımızla da oynadıklarına şüphe az olan oyunlar son bulur.

***

Gülen: ‘Kainat imamı’ mı, yoksa..?
İnternet ortamında, Can Özçelik’in yazdığı ve Destek Yayınları’nın yayınladığı “Kainat İmamı Fethullah Gülen” isimli kitabın reklamları, internet ortamında dolaşıyor. Teaser (dikkat çekici) olarak kullandıkları bir ibare var: “Fethullah Gülen, Peygamberliğini (!) kime ilan etti?”
Eski müritlerinden bu iddiada bulunanlar çıktı. Adil olmak gerekirse, “bu iddianın doğruluk derecesini nedir, bilemeyiz” demeliyiz.
Fakat, İslam Dini’nin önde gelen bir özeliği olan “Hz. Muhammet’in son peygamber olması” inancı, adeta Hz. Muhammet’ten sonra ortaya çıkacak “peygamberlik” iddiasındaki sahtekarları önlemek için bir engel gibidir.
Hıristiyanlıkta, arada bir, mesela Filipin’li Feliz Manalo gibi birisi, çıkar ve “Ben, İsa’nın dinini tekrar-tesis etmek üzere gönderilmiş bir peygamberim!” diyebilir ve ona inananlar çıkabilir ve çok kimse de onu İncil’e aykırılıkla suçlamaz.
Oysa, aynı işi İslam’da yapmak, bir küfürdür.
Birisi, “Hem müslümanım, hem de yeni bir peygamberim” diyorsa, dinen cehennemlik, zihnen tımarhaneliktir.
Fakat, Kuran’da, bazılarınca yok olarak yorumlanan, ancak çoğunlukla var olarak yorumlanan Mesih, Mehdi İnancı, bazı sahtekarlıklara, kapıyı açık bırakmaktadır.
Bu yüzden, bizim topraklarda, etrafına avanak toplamak isteyen uyanık, Peygamber’lik iddiasından ziyade, Mesih’lik, Mehdi’lik iddiasıyla ortaya çıkar.

***

Nuray Mert hâlâ akıllanmadı
Kendisinden “siyaset bilimci” diye bahsedilen Nuray Mert, ZAMAN Gazetesine açıklamalarda bulunmuş. Mesela, “Paralel yapı, örgüt iddialarını yutacak biri değilim.” demiş.
Yutar mı, hiç! Böyle bir örgüt, sadece AKP’nin uydurması; 17 Aralık’a kadar, kimse böyle bir örgütten basetmemişti, herhalde, bu ‘düşünür’e göre. Fakat, kendisi bir ‘siyaset bilimci’ ya, kanıtı sağlam: “Gizli örgüt olsa, kendini dizide ifşa etmez.” demiş. Türkiye’nin siyasi, mülki, hukuki, kültürel, sportif hayatıyla bir FarmVille oyunu kaygısızlığında, sorumsuzluğunda, oynayan bir örgüt, sahip olduğu televizyonun bir dizisinde, -böbürlenmek üzere olmalı- marifetlerinden bahsetmezmiş! Vaktiyle, AKP’yi “Özgürlük ve Demokrasi” getirecek halüsinasyonu ile desteklediniz; şimdi “uyandık” havalarındasınız.
Öteki örgütün de AKP’yle aynı amaçlı ve fakat daha sinsi bir örgüt olduğunu ne zaman anlayacaksınız?
Birisi, bir mesleği icra edebiliyorsa, “o insan, o mesleğe sahiptir” deriz. Bir cerrahın, ameliyat ettiği her hasta ölüyorsa, adam olan, bir daha ona “cerrah” demez. Ben de onun için, Nuray Mert isimli yurttaşla ilgili bu habere değinirken,“kendisinden ‘siyaset bilimci’ diye bahsedilen” ibaresini kullandım.

***

Evet, ‘Cinnet Vatan’!
Halk filozofu, bilge Yılmaz Özdil’in bu haftaki bir yazı başlığı idi “Cinnet Vatan”.
Bir facia listesi vermiş, ülkemizde olan biten hakkında: “İşsiz genç kendini astı. Üniversiteli kızın, aile borçlarını ödeyebilmek için fuhuş yaptığı ortaya çıktı. Dört çocuk babası, market soymaya kalktı. Ev kredisi yüzünden tartıştığı eşini öldürdü. Atm’den para çeken kadının kolunu kırıp, bileziğini gaspetti.” diye başlamış, saydıkca saymış,“Ailemi seviyorum, aşırı borcum var, reddi miras yapsınlar diye not bırakan astsubay, intihar etti.” diye bitirmiş.
İnsan merak ediyor, “Ne oldu bu ülkeye?” diye.
Bir yandan bakıyorsunuz, eskiden bir tek sokak olan kadıköy çarşı lokantaları, bütün Kadıköy’e yayılmış, zahiri bir refah göstergesi olarak… Öte yandan, bu lokantalarda demlenenlerde de olmak üzere, şehirli halkın büyük çoğunluğunda, büyük bir moralsizlik, gelecek korkusu…
Ülkemizde gözlemlenen bu durum, şuna benzer…
Amerika’da Başkanlık seçimi olur. O memlekette, bir Başkan’ın ekonomik hayata bizdeki gibi ciddi bir müdahalesi söz konusu değildir. Bir günden bir güne ekonomide de bir şey değişmez. Fakat, bir bakarsınız, borsa, ya tepetaklak olur, ya da depara kalkar.
Neden? Çünkü ileri kapitalist bir ülkede, borsa, o halkın psikolojisinin bir gösterge tablosu gibidir. Yarı-çatlak birisi başkan seçilir, borsayı gözlemleyecek kadar uyanık olan halkın geleceğe güveni kalmaz, borsa çöker; akıllı, efendi biri seçilir, moraller yükselir borsa yükselir.
Bizim gibi, geri kapitalist bir ülkede borsa pek bu işlevi görmez; birilerinin manipülasyonlarıyla birileri kazanır, ötekiler kaybeder.
Bunun yerine, sokaklar, kahvehaneler, meyhaneler, devlet dairesi veya banka kuyrukları, otobüsler, vs. halkın psikolojisini kendini gösterdiği yerler olur.
Buralara baktığınızda, Özdil’in işaret ettiği o CİNNET halini görürsünüz Türkiye’de.
Atatürk Cumhuriyeti’nde bir ”Cennet Vatan”ımızdan bahsedilirdi.
Şimdi, insanların, geleceği, endişe ile beklediği bir Türkiye’deyiz.
Devlet’e hangi Dinbaz Çete sonuçta hakim olacak? Bir Kürt-Türk İç Savaşı mı yaşayacağız, yoksa bir Laik-Dinbaz İç Savaşı mı, yoksa her ikisini birden mi? “Rahatsız Genç Cemaatci Subaylar” ihtilal mi yapacak? Ekonomik bir sefalete mi düşeceğiz?
Belki, bunların hiç biri olmayacak; fakat, halkın derin düşünen kesimindeki endişeler, bunlar.
Neden bu endişeler var?
Çünkü, yukarıdaki Amerikan Başkanı örneğindeki gibi, bu ülkeyi “Cennet Vatan” yapanı inkar eden bir adam seçersen, bu ülkenin bir “Cinnet Vatan” haline gelmesine veya öyle algılanmasına yol verirsin!

Önceki ve Sonraki Yazılar