​Avrupa'daki göç tartışmasını fırsata dönüştürecek anahtar: Eğitim

Avrupa göç krizi ile çalkalanırken, sert bir “batılılık” testinden de geçiyor.

Savaştan, çatışmalı bölgelerden, yoksulluktan canlarını tehlikeye atarak, demokrasi ve insan haklarının beşiği Avrupa’da sığınacak bir yeni yaşam arayan binlerce kişi hayal kırıklığı yaşıyor. Hepsi değil belki fakat sayıları hızla artıyor.

Burundi’den, Yemen’e, Suriye’den Ukrayna’ya AB bütçesinden milyarlarca euro insani yardım destek olsa da, son zamanlarda yasadışı göç ve sığınmacı dalgaları karşısında AB sorunların kaynağı ve yönetiminde çok zorlanıyor.

Uluslararası televizyon kanalları her gün göçmen akımlarının karşılaştığı insanlık dışı muamele ile ilgili haberleri verirken, göçmen yanlısı ve karşıtlarının protestoları sürerken, AB eyleme geçmeye davet edilirken, Birleşmiş Milletler’in 2050 yılına ilişkin küresel nüfus öngörüleri tekrar gündeme geldi.

Öngörüler 2050 yılında en büyük nüfusa sahip ilk beş ülke sıralamasını Hindistan, Çin, Nijerya, ABD, Endonezya, Pakistan olarak veriyor. Avrupa’dan herhangi bir ülke ilk ona giremezken dünya nüfusunun 7,3 milyardan 9,7 milyara yükseleceği, bugün Avrupa nüfusunun dörtte birinin 60 yaş üzerinde olduğu not edilmiş.

Birleşmiş Milletler 2050 perspektifinde ancak göç sayesinde Avrupa’nın nüfusunun daha da daralmasının önüne geçilebileceği tespitini yapıyor.

Türkiye için fırsata dönüşecek göç tartışması
“Genç ve kalabalık nüfusu” ile AB üyeliği konusunda çoğu kez kaygı konusu olan Türkiye’nin çağdaş eğitim politikalarıyla bunu bir avantaja çevirebilmesi için uygun tartışma ortamı oluşuyor. Türkiye’nin genç ve kalabalık nüfusunun Avrupa’nın önümüzdeki 20-30 yıl içinde ihtiyacı olan taze kan olduğu tezini işlemek için eğitime yatırım gerekiyor. Bu bir Türkiye’den yeni göç akımları senaryosu değil.

Hızla ekonomiyi ve de dolayısı ile toplumları dönüştüren mobil teknolojiler, nesnelerin interneti ve hareketlilik çağında göç kavramı da değişiyor.

Eğitimli bir insan sermayesi ile Türkiye önce kendine ve de Avrupa demokrasisinin dünyadaki ekonomik rekabet gücüne büyük katkı sağlar. Aksi takdirde zaten Türkiye asla güçlü bir ülke olamaz, Avrupa da başka bir evrim süreciyle ilerler.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından uygulanan ‘Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı PISA’da Türkiye’nin performansı çok aşağılarda. 65 ülke arasında Türkiye matematikte 44, okumada 42 ve fende 43. sırada Köklü bir eğitim reformu ile Türkiye’nin genç nüfusunu insan sermayesine dönüştürmek elzem.

Bunun için her alanda özgür, yaratıcı, dünyaya açık, toplumun rekabet gücünü yükselten yeni kuşaklara yatırım gerekiyor.

Değişen Avrupa’ya değişen bir Türkiye gerek. Değişen dünyada daha güçlü var olabilmek için. Akılcı düşünebilen bir demokrasi, verimli bir ekonomi, yenilikçi, girşimci ve sosyal sorumluluk sahibi bir toplum olabilmek için eğitim refomundan başka çıkış yolumuz yok.

Türkiye’nin sınırları Avrupa’nın sınırlarıdır
Avrupa’nın göç ve nüfus eğilimleri ve bekleyen atılımların yanı sıra ikinci bir etki konusu Türkiye’nin Avrupa coğrafyası için ne ifade ettiği.

Bazı Avrupalı siyasetçiler son Suriye krizi bağlamında eski bir söylemi tazelemeye başladılar: “Türkiye zaten NATO üyesi ve batıya entegre durumda. Türkiye AB’ye tam üye olamazsa da ekonomik ve güvenlik politikalarında Avrupa’nın etki çemberi içinde. Demokrasi olmakta da zorlanıyor, AB üyeliğinden uzaklaştırıyor kendini. Zaten seçmenlerim de içi ve dışı çatışmalarla dolu ülkelere komşu olmak istemiyor.”

Her seferinde bu tür söylemlere karşı bazı gerçekleri hatırlatmak gerekiyor: “Bunu ancak Türkiye’nin sınırlarının çoktan Avrupa’nın sınırları haline geldiğini anlamayanlar düşünebilir. Sadece NATO değil, AB ekonomisi ve hukukunun da sınırları söz konusu. Bugün Orta Doğu’da yaşananları iyi okumalı. Avrupa’nın Türkiye ile etkili bir işbirliği kuramaması, bölgede etkili bir Avrupalı bir ülkenin eksikliği İşid dâhil her sorunun gelişimini olumsuz etkiledi. Türkiye dosyasında iyi ilerleyemeyen AB, yasadışı göç, Irak, Suriye, IŞİD, terör ve kendi toplumlarının siyasete olan güvenleri gibi birçok alanda zarar gördü. IŞID gibi sorunların alevlenmesi ile Türkiye için tehdit olanın çoktan Avrupa’nın bütünü için de bir tehdit haline geldiğini gördük. Türkiye’yi kaybederse, Avrupa da kaybeder. Türkiye sadece Ankara’da açıklanan politikalar değildir. Genç bir nüfus, karmaşık bir sosyolojik yapı ve henüz iyi değerlendirilemeyen bir insani zenginlik demektir. Bunu kısa vadede, günlük siyasi hesaplar yapan AB’li ve Türk siyasiler göremeyebilirler. Uzak görüşlü ve analitik düşünebilen siyasetçilerin misyonu da toplumlarına bu ilerici, yapıcı Avrupa ülküsünü verebilmek olmalı. Aksi halde orta ve uzun vadede ortaya çıkacak sonuçların toplumsal barış ve ekonomik bedellerini tüm Avrupa ülkelerinde gelecek kuşaklar ödeyecek. Bugünün doğruları savunmaktan korkan siyasi karar vericilerinin emeklilik dönemleri pek de gurur verici işlerle anıldıkları bir dönem olmayabilir.”

Avrupalı siyasetçiler genelde bu tür yanıtlar karşısında gözlerini kaçırıyorlar. Verilerin, risklerin ve fırsatların farkındalar.

Mesele Avrupa demokrasisini 21. yüzyılda daha ileriye taşıyabilmek için cesaret ve tutarlı eylemleri bir araya getirebilmek.

Basiret ve vizyon gereği konusunda Türkiye ve AB uyum içinde.

Önceki ve Sonraki Yazılar