Yasamayı öne çıkarma zamanı

TBMM'ye "Gazi Meclis" denmesi boşuna değil. Bu Meclis, bir hükümet olmadan, Kurtuluş Savaşı'nı yönetmiş ve başarıya ulaştırmış meclistir. Üç yılı aşkın bir sürede, ekonomiyi ilgilendirenler de dahil olmak üzere, her türlü yasayı kendi iradesiyle çıkarmış ve uygulamış bir meclistir.

1950 sonrasına bakılırsa, TBMM'nin yasama ve hükümeti denetleme görevlerini en fazla elinden kaçırdığı dönemlerin tek parti hükümetleri dönemleri olduğu görülür. 2002'ye kadar, askeri iktidarları saymazsak, bunun zirvesini 1950'lerin DP iktidarı oluşturmaktaydı. 1961 Anayasasının güçler ayrılığını pekiştiren etkisi ve özellikle de getirdiği -1980'e kadar uygulanabilen- çift meclisli parlamenter yapı, yasamanın görece güçlenmesine neden olmuştu. 1980 darbesi bu gidişata da bir darbe olmakla birlikte, 1983-2002 döneminde yasamanın geri çekilmesi 1950'ler vahametinde olmadı. Hatta, 1991-2002'nin koalisyon dönemlerinde, 1961-1980 döneminden sonraki "ikinci en iyi" dönemini yaşadı.

AKP dönemiyle birlikte herşey 1950'lere benzemeye başladı. Giderek de DP dönemini çok aşan, yargıyı da büyük ölçüde örtük iktidar koalisyonuna (AKP-Cemaat koalisyonuna) bağlayan, bir "kuvvetler birliği"ne dönüştü. Bu güç yığılmasına halk kitleleri 2013 Haziranında 2007 baharından daha sert tepkiler verdi. İktidar içi örtük koalisyonun da çözülmesiyle birlikte, 2013 sonundan itibaren yürütmenin kirli çamaşırlarını ortaya döken iç hamleler peşpeşe geldi. Erdoğan iktidarının tepkileri de sert oldu ama bir kere olan olmuş, iktidarın insicamı bozulmuştu.

AKP, 2014'teki iki seçimde de beklediğinin altında oy aldı, ama yenilmişlik görüntüsü vermedi. Bunun için 2015 Haziran seçimlerini beklemek gerekecekti. Şimdi AKP yeniden iktidara tutunarak bu görüntüden kısmen olsun kurtulmaya ve saflarındaki olası dağılmayı önlemeye çalışıyor. Koalisyonun lider partisi olamazsa, ikinci seçeneği, Erdoğan marifetiyle seçimleri yenilemek olacak. Kendisi ile koalisyon pazarlığı yapmaya meyleden veya o görüntüyü veren muhalefet partilerinin, yenilenen bir seçimde Erdoğan/AKP'den hesap sorma iddialarının önemli bir aşınmaya uğrayacağını da mutlaka hesaplıyordur.
Eğer AKP'li bir koalisyon kurulursa -ki MHP'nin sadece kendisini korumaya dönük pasif siyaseti (risk almama siyaseti) buna götürüyor- hiçbir şey gene de eskisi gibi olmayacaktır. İster istemez yasamanın güçleneceği bir dönem yaşanacaktır. Muhalefet ne kadar güçlü olur ve birlikte davranırsa, bu güçlenme pekişecektir. "AKP neden CHP'yi tercih eder" sorusunun bir yanıtı da buradadır. Erdoğan/AKP cenahı, MHP ile HDP muhalefetinin güçlü olamayacağı, ortak hareket edemeyeceği ve HDP'nin AKP-CHP iktidarına belli koşullarda destek olacağının hesabını yapmaktadır.

Ama burada bir parantez açalım. Dışa verilen görüntünün aksine, son iki yasama döneminde üç muhalefet partisi de birbirlerinin önergelerine, yasa tekliflerine genelde destek vermişler, AKP yasalarına ve Meclisi yönetme biçimlerine ortak muhalefet etmişlerdir. Dolayısıyla şimdi MHP'nin "HDP'nin olduğu hiçbir yerde olmam" tavrı, bir ikiyüzlülükten ve zevahiri kurtarmaktan ibarettir.

AKP-CHP koalisyonu gibi tarihsel bir yanılgıya CHP'nin düşüp düşmeyeceği bir yana, Meclis Başkanlık Divanı oluşur oluşmaz, koalisyon müzakerelerinin bitmesini beklemeden, yasamanın (yüzde 60 yasama çoğunluğunun) kendi gündemine hakim olması gerekir. AKP'nin seçimlerin yenilenmesini de gündeminde tuttuğunu asla unutmadan, muhalefet partilerinin derhal bazı yasa tekliflerini Meclis gündemine getirmesi gerekir. Bu, olası bir erken seçimde muhalefetin elini güçlendirecektir.

Tek sorun, AKP ile koalisyon müzakeresi yürüten partinin, bu müzakereyi aşındırmamak adına taviz verip yasamayı tıkaması olur. Umarım bu durum CHP'nin başına gelmez. Bu, ikinci intihar teşebbüsü olur.
Haftaya, "hangi yasa teklifleri gündeme getirilmeli" konusundan devam.

Önceki ve Sonraki Yazılar