Mutluluk arayışı

Pazar günleri çiçek böcek ve mutluluk yazıları yazma konusundaki yasağı kaldırdığımı geçen hafta müjdelemiştim (!).

Bu Pazar da o makamdan devam ediyorum. Ülkenin geçen hafta içindeki durumuna bakıp, “Böyle bir zamanda mutluluk yazısı mı yazılır be adam!” diyecekler olduğunu bilerek devam ediyorum. Çünkü değer. Cenaze arabasında, öldürülmüş kocasının tabutunun yanına kıvrılıp yatmış acılı insanların ülkesi olsak da inat etmeye değer.

Belki de mutluluk yazılarını en çok böyle zamanlarda yazmak gerekir. Barış yazılarını savaş zamanlarında yazmak gerektiği gibi.

Mutlu olmak için her şeyin mükemmel olması gerekmez. Bazen, her şeyin çok eksik olduğu bir zamanda “minicik” bir şey insanı mutlu etmeye yetebilir.

Nazım’ın o ünlü şiirini hatırlayalım:

“Bugün Pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım.”

***

Günümüzün sanayi-sonrası toplumlarında herkesin mutlu olmaya hakkı olduğuna inanılıyor. Mutlu olmak neredeyse doğal insan haklarından biri olarak algılanıyor.

“Mutluluk arama hakkı”
siyasi metinlere sanırım ilk kez 1776’da Amerikan isyancılarının Bağımsızılık İlanı’nda yer almıştı. Bu hak, mutluluğu gökyüzünden yeryüzüne indirmekle önemli “ilerici” bir aşamaya işaret ediyordu. (Hayır, o dönemde köleliğin hala devam ettiğini unutmuş değilim!)

20. Yüzyıl’da sosyal devlet projesinin kurucu fikirlerinden birinin de, tam bu kelimelerle anılmasa da, “mutluluk hakkı” olduğunu da unutmamak gerekiyor:
Önce bazı asgari şeyler olacak ki, sonra asıl önemli olan, yani mutluluk olabilsin!

Biz bu asgari aşamadan, “karnı tok sırtı pek” nitelemeleri ile söz ediyoruz.

***

Zamanımızda, tüketim kültürünün yaygınlaşmasıyla, mutluluk “üretimi” dev bir endüstri haline dönüşmüş durumda. İnanamıyorsanız popüler halk gazetelerine şöyle bir göz atın..

Kanadalı medya düşünürü Marshall MacLuhan gazetelerin iki tür haber verdiğini söylerdi;

Kötü haberler: Yani bildiğimiz türden bunalım, kaza, afet, felaket bilgileri..

İyi haberler:
Yani bize daha güzel, daha dinç, daha güvenli ve dolayısıyla daha mutlu olabileceğimizi müjdeleyen ilan ve reklamlar…

Mutluluk üretimi dev bir endüstriye dönüştü derken yalnızca tüketim toplumunun dünya görüşünden söz etmiyorum. Yalnızca bu konuya odaklanmış okulları, kampları, kursları, filmleri, programları, kitapları, dergileri de kastediyorum.

Şu anda dünya yayıncılık aleminin en önemli sektörlerinden birisi bu.

Gidin, kentin en büyük kitapçılarını bir dolaşın, son yıllarda en fazla büyümüş olan rafın, karşınıza “kişisel gelişim” adıyla da çıkabilecek olan, “mutluluk” bölümü olduğunu göreceksiniz.

Belli ki, ilgi var. Belli ki, mutlu olmaya hakları olduğuna inanmış olan kitleler bunun yollarını arıyorlar.

Arıyor ve çoğu kez hayal kırıklığına uğruyorlar.

Niçin?

Geçen haftaki yazımda esprisini yaptığım üzere, yalnızca siyasal sistem yüzünden mi?

İsterseniz haftaya pazara bu noktadan devam edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar