'8 Şubat'ta Kadıköy'de 13 Şubat'ta boykottayız'

Türkiye’nin yakın tarihi, liberallerin iddia ettiği gibi ceberut devletle toplum arasındaki kavganın tarihi değildir. Türkiye’nin yakın tarihi,  muhafazakârların iddia ettiği gibi batıcı/laik elitlerle dindar halk kitleleri arasındaki kavganın tarihi hiç değildir.

Türkiye’nin yakın tarihi, devletin ve egemen sınıfların, sol düşmanlığı ve korkusuyla sağ güçlerle ittifaklar yapmasının ve siyasal/toplumsal yaşamı dinselleştirmesinin tarihidir.

Tam da bu nedenle IMF’ye, Dünya Bankası’na, NATO’ya başvuruyla, imam-hatiplerin ve kuran kurslarının yeniden açılması, aynı tarihlere, 1940’ların ikinci yarısına denk gelmektedir.

Tam da bu nedenle, 1960’lar Türkiye’sinde, Türkiye İşçi Partisi’nin, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kuruluşuna devlet hem şiddetle hem de daha çok imam-hatiple, daha çok dinselleşmeyle, tarikatların önünü daha çok açmakla yanıt vermiştir.
Ve tam da bu nedenle, “Türkiye 12 Eylül öncesine dönmesin” diye; “Atatürkçü” olduğunu iddia eden generallerin asıl ideolojisi “Türk-İslam sentezi”dir.

“Dininin ve kininin sahibi nesiller” yetiştirmek, generallerle dincilerin ortak projesidir;  generallerle dincileri buluşturan ise sol korkusu, sol düşmanlığıdır.
Bu korku ve düşmanlık nedeniyledir ki, darbe anayasasının 24.maddesi şu şekilde yazılmıştır:
“Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaokul kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer almaktadır.”
Yaptıkları darbeyle sermayeye “bugüne kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” dedirten “laikliğin bekçisi” paşaların bizzat kendi elleriyle, zorunlu din dersini anayasal statüye kavuşturmalarıdır tam da bu.

İşçi “sendika” demesin, “grev” demesin, “hak, hukuk, adalet” demesin, yoksulluğuna, sefaletine, ezilmişliğine itiraz etmesin, şükretsin, biat etsin, itaat etsin…
Toplum örgütlenmesin, üniversite eleştirel düşüncenin merkezi olmasın, üniversite öğrencisi boykot yapmasın, “akıl, bilim, aydınlanma” demesin…

12 Eylül’ün “toplumsal mühendislik projesi” özetle budur ve o proje bugün de devam etmektedir.
12 Eylül’ü yargıladığını iddia edenlerin, bizzat 12 Eylül’ün ürünü olmaları değildir sadece mesele; mesele yürütmenin güçlendirilmesinden toplumun dinselleştirilmesine, işçi düşmanlığından tek adam sultasına, 12 Eylül’ün bugün iktidarda oluşudur, evet 12 Eylül iktidardadır hala!
4+4+4 12 Eylül’dür, 9 yaşındaki kız çocuğunun kafasına takılan türban 12 Eylül’dür, Rennan Pekünlü’nün cezaevine konulması 12 Eylül’dür, birinci sınıflara zorunlu din dersi 12 Eylül’dür, anaokulu çocuklarının “değerler eğitimi” adı altında beynini yıkamak 12 Eylül’dür ve elbette ki iç güvenlik yasası 12 Eylül’dür!

12 Eylül sürmektedir ama bir de Çorum’un, Maraş’ın, Sivas’ın, Diyarbakır Cezaevi’nin, Türk-İslam sentezinin, gericiliğin teslim alamadığı, yenilemeyen, bu ülkenin en derinlerine kök salmış, mayasına karışmış bir irade vardır.

İşte o irade dün sel olup Kadıköy sokaklarına aktı, on binler gericiliğe karşı, laik ve bilimsel eğitim talebinde buluştu, Haziran’ın sıcaklığını Şubat soğuğuna taşıdı.
Dün miting vardı, 13 Şubat’ta ise boykot var, ülkenin dört yanında yüz binlerce veli, “karanlığa verecek tek bir çocuğumuz yok” demek için o gün çocuklarını okullara göndermeyecek; o gün dersler, sokaklarda, parklarda, meydanlarda yapılacak.
Uzun 12 Eylül’ü bitirmek için…
O sloganda da dendiği gibi “8 Şubat’ta Kadıköy’de, 13 Şubat’ta boykottayız” 

Önceki ve Sonraki Yazılar