Üç dil bilen garsonlar, yüksek lisanslı telefon satıcıları...

Geçen yıl, birçok beyaz yakalının hayali olan bir
işe kalkıştım ve bir kafe açmaya soyundum. Bu
deneyimimin ardından “Neden kafe açmamalısınız?”
konulu bir yazı kaleme almak istiyorum ama bugünün
konusu başka… Kafeyi açtık doğal olarak garsona
ihtiyacımız var. Sağa sola haber gönderdik, onlarca
başvuru yapıldı. Çoğu oldukça iyi eğitimli, yüksek
lisanslı üniversite mezunuydu. İlk garsonumuz üç yabancı
dil bilen, iki ayrı yüksek lisans yapmış bir arkadaşımızdı.
Son yıllarda yeme içme sektörünün büyük gelişim
gösterdiği Beşiktaş’ta oturuyorum, kafe, restoran ve
barlarda çalışanların çok önemli bir bölümü üniversite
mezunu, kimi mühendis, kimi sosyolog kimi iktisatçı…
Siz de ‘takıldığınız’, alışveriş yaptığınız yerlerdeki
garson, tezgahtarlarla konuşun göreceksiniz çoğu
başka alanlarda eğitim almış kişiler.
Günlük hayatımıza yansıyan bu gerçek, rakamlarda
da ifadesini buluyor. Son açıklanan işsizlik rakamları
ciddi bir tehlikeye işaret ediyor ama bizim umrumuzda
değil. Zira ülkede bir ‘saldım çayıra’ durumu
olduğunu hissetmişsinizdir. Dünya finans piyasaları
sarsılıyor, bizim Merkez Bankası hala adım atmıyor.
İşin ilginci piyasa da bu umursamazlığı takmıyor. Dolar,
euro yükseliyor, borsa düşüyor, işsizlik artıyor, enflasyon
yükseliyor… Kimsenin umrunda değil gibi bir
hava var.
İşsizlik rakamlarına dönelim… TÜİK’in açıkladığı
Ekim 2015 işgücü piyasası verilerine göre; işsizlik
oranı yüzde 10.5’e yükseldi. Tarım dışı işsizlik oranı
da yüzde 12.6 olarak gerçekleşti. Son altı yılın verilerine
baktığımızda sadece 2011 yılında Ekim ayında
işsizlik oranının yükseldiğini görüyoruz. Bu, yıl sonuna
doğru işsizlik oranının yükseleceğine işaret ediyor,
zira tarihi veriler bu trendi doğruluyor. Ekim 2015’te
mevsim etkilerinden arındırılmış istihdamın bir önceki
döneme göre 39 bin azaldığı; işsizlik oranının ise yüzde
10.4’ten yüzde 10.6’ya yükselmesi de bir başka
olumsuz işaret...

Üretmiyor, tüketiyoruz


Ancak satır arasına gizlenmiş başka bir sorun var o
da işgücü yapısındaki bozulma. Çünkü, istihdam artışında
hizmetler sektörünün ağırlığı önlenemeyen bir
şekilde sürüyor, sanayinin ağırlığı düşmeye devam ediyor.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun
(TİSK) İşgücü Piyasası Bülteni de bu tehlikeye dikkat
çekiyor. Bültende, “Türkiye klasik işsizlik oranının yüksekliği
bakımından dünyada bir önceki yılın aynı döneminde
10’uncu sıradayken, 2015 yılı Ekim dönemi itibarıyla
8’inci sıraya çıktı” deniyor. TİSK’in Türkiye
İstatistik Kurumu ve İŞKUR verilerine dayanarak yaptığı
araştırmaya göre, sanayi sektöründe istihdam, yerinde
sayıyor ve sanayinin Türkiye’nin toplam istihdamından
aldığı pay, yüzde 20’ye gerilemiş durumda.
Bültende, 2015 Ekim dönemi itibarıyla işsizlik oranı
erkeklerde yüzde 9.3, kadınlarda yüzde 13.2 olduğu
ifade edilirken, yeni işsizlerin yaklaşık yarısının yükseköğrenim
mezunu olduğu belirtiliyor. İşsizlik sigortası
ödeneğine başvuranların sayısının ise 2015 yılı Eylül
ayından itibaren yükselmeye başladığı ve Aralık ayında
100 bin kişiye çıktığı da vurgulanıyor.
Faydacı bir yaklaşımla “İster hizmet sektörü, ister
sanayi sonuçta istihdam artıyor” yorumu yapılabilir
ama bu gelecek yaşanacak sorunları sümen altı etmek
anlamına gelir. Zira, hizmet sektöründe artan istihdam,
daha az kalifikasyon gerektiren işlerde çalışmaya
razı olma eğilimini ortaya koyuyor. Yani özel
bir beceri gerektirecek ya da eğitimini aldığı işi yapamıyor,
iş bulamadığı için garsonluk, cep telefonu satıcılığı,
sigorta pazarlaması gibi işlerde çalışma zorunluluğunu
gösteriyor.
Bu veriler ışığında Türkiye’de üretimin gittikçe gerilediğini,
hizmet sektörünün ülke ekonomisindeki
ağırlığını artırdığını bir kez daha söyleyebiliriz. Dikkatinizi
çekmek isterim, 2008 krizinden sonra birçok Avrupa
ülkesi krizin nedeni olarak ‘üretimi bırakıp hizmet
sektörüne odaklanmayı’ göstermişti. Üretmeyen
ekonomilerin sürdürülebilir olmadığını söylemek için
ekonomist olmaya gerek yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar