Karanlığa aranan sol el

Türkiye bir yandan, tırmanan şiddetin tanıklığı altında derin bir toplumsal ayrışmayı yaşıyor, diğer taraftan seçimleri ilk iki sırada tamamlamış iki büyük siyasal parti teknik ve ekonomik meseleleri soğukkanlılıkla yatırdıkları uzun masalar önünde, mesafeli ve detaylı bir koalisyon müzakeresi yürütüyorlar.

Görüşmelerin nereye geldiğini kestiremiyoruz, son söz liderlerin Perşembe günü yapacakları toplantıya bağlı kaldı. Seçimlerin, herhangi bir siyasal partiye şu ya da bu nedenle oy verebiliyor olmanın bile ansızın ikinci plana düştüğü gelişmeleri çok hızlı yaşadık.

Baksanıza, ilk geceden beri ortalığı seçim de seçim diye toz duman eden, Bahçeli bile koalisyon çağrısı yaptı dün.

Seçimlerin sadece kendi başlarına bir şeye çare olamadıkları anlaşıldı demek ki.

Eğer bir programın, geliştirecek sözün, bir değişim anına yön verecek kadroların ya da siyasal bakışın yoksa birinden diğeri olmak bir şeye yaramıyor, seçmen gözünden bakarsak, birinden diğerini seçmek de böyle.

Anketlerin iki ayda değişmeyeceğini anlayamayacak kadar yaşamdan, sosyal hayattan uzaklaşmış siyaset bürokratları var Ankara’da.

HDP’ye verilen oylar kısa anların tepkiselliğinde değil tersine uzun uzun düşünmelerin sonunda verilmiş kararlı oylar olduğunu nihayet anlaşılıyor demek ki.

Ülkede yıllarca direnç göstermiş kesimlerin böylesi bir tercihe herhalde kolay, anlık tepkisel gerekçelerle gelmedikleri ortada, ancak bu HDP çizgisinde kararlı bir dönüşüm, Demirtaş çizginin ısrarlı önemini hafifletmiyor öte yandan.

Şiddetin kendi başına koparak ilerlemesi önümüzdeki yeni evre, artık kendi mantığından da gerekçesinden de koparak bir kartopu gibi önüne gelen herkesi içine katarak, kör bir misillemeye doğru gidiyor.

Oysa tıpkı seçimde olduğu gibi, sadece koalisyon programındaki idari ve teknik ama aynı zamanda toplumsal hakikatlerden uzağa düşmüş, soğukkanlı müzakere yeterli değil.

Bugün adına istikrar denen büyülü bir kavramın peşinde, belki borçluluğun sürdürülmesi, piyasalarda uluslararası para akımlarının kendi ev sahibi ülkesine geri dönmesini sağlayacak faiz artırımı ile oluşan ve daha da büyüyecek olan ateşi bir parça yatıştıracaktır.

Yüksek oranda devlete dayanarak risk almaya alışmış iş dünyasının, 275 milyar dolara varan toplam borcun yarattığı derin finansal krampı da geçici olarak yatıştıracaktır elbette.

Ancak bu ertelenmiş yüzleşme, mesela proje finansmanı ve büyük projelerde yapılan işlerden fazlası borçlanmış ve giderek hazine garantisi ile sürekli devletin yüklenme riski oluşan güya özel sektör borcunun daha da vahim boyutlarını engelleyemeyecek;

Kürt sorunu ve barış süreci etrafında yapılan tartışmalarda yeni bir toplumsal birliktelik üzerine inşa edilecek herhangi bir dönüşüm programını aramayacak veya oluşturamayacak;

Metropol kentlerde, arsa rantı ve kentsel dönüşüm üzerinde oluşan sabun köpüğünün iyice bozduğu servet ve gelir eşitsizlikleri, adaletsizlikleri üzerine herhangi bir şekilde risk alabilen toplumsal programlara bir göz ucu kadar bile bakmayacak belli ki…

Dış politikada bölgesel anlamda her şeyi yeniden sıfırlayarak oluşan yeni bir paradigmanın oluşumu da, tıpkı eğitim sistemi ve dershanelerin de kaldırılması ile oluşan kaos ve yeni eşitsizliklere karşı yeni öneriler getirebilmek, adalet, polis ve diğer yerlerdeki çözülme de gene başka bir bahara kalacak.

Reform sözcüğünün aldatıcı bir büyüsü var, topa hiç girmemeyi, bürokratik idareyi maslahatı, parlak metinler arkasındaki uzlaşımsız yasa oluşturmayı çağrıştırıyor.

Şimdi çözüldü sanılan her şeyin gelecekte bizzat bu çözülmenin de ertelenmesi ile daha büyük sorunlar halinde üzerimize geleceğini şimdiden görüyoruz.

Devlet yapısı ve bürokratik yerleşimin tamamen AKP üzerinde konumlandığı bir yapıya ayak basan CHP elindeki reform programları ile bu kaygan zeminde yönetilebilir olmayan bir dengede gidip gelme riskini iyi düşünmeli.

SHP’nin 91 koalisyonu bu konuda inanılmaz ibretler ve deneyimlerle doludur.

Faşist bir devlet yapısına büyük bir sağ parti ile ikinci ortak olmanın hikayesidir bu; Sivas’tan faili meçhullere, İMF programlarından faşist devlet aygıtı ile uğraşmaya dek bir dizi sorunla, uğraşamamış üstelik faturası da kendine kalmıştır.

Meraklısı araştırsın, 91 koalisyonunda mesela, daha teknik bir konudan örnek vereyim, kaç tane SHP’li Bayındırlık Bakanı görevi bırakmak zorunda kalmıştır, kadrolarına hakim olamadığı gerekçesiyle hem de.

Biliyorum bunun tam karşısında AKP CHP’ye yıpranmışlığının artık daha geniş bir toplumsal temsile dayanmak zorunda buna mecbur diyerek, meseleye olduğundan faza bir güç vehmetmeye meraklı analizler duruyor.

Muhtaç olması hiçbir şeyi değiştirmez devlet aygıtı muhtaç değil, o artık kendi başına da hareket edebiliyor çünkü doksanlardaki gibi. Temsile dahi ihtiyaç duymuyor.

Geniş temsil en temel meselelerin kanunlar geçirerek pas geçilmesini yapacaksa, temsil olmaktan da çıkar bürokratik bir yapıya dönüşür.

Bilmiyorum müzakerelerde ne konuşuluyor, ama yeni bir karanlık döneme bir sol el aranıyorsa bırakın masada kalsın derdim ben olsam.

Ortaya konan ilk norm, yani Durkheim’in dediği gibi sözleşmelerde asla yazılmayan ama esasında onların arkasında uzlaşılan norm önemlidir dediği yerde olmalıydı bana kalırsa.

Önceki ve Sonraki Yazılar