Turizmde dönüm noktası

Bir yazın daha ortalarına vardık.  Bir süredir, yaz deyince aklımıza turizm geliyor.  Ve bu yaz,  turizm deyince tatsız şeyler konuşuluyor.
Son 40 yıl içinde Ege ve Akdeniz sahillerini turistik tesislerle dolduran deniz-güneş-kum turizminde ciddi bir düşüş yaşandığı artık saklanmıyor. Satılan oteller, işten çıkarılanlar, boş yataklar...
Bunun konjonktürel olduğuna inanan iyimserler kadar, yapısal olduğuna inanan kötümserler de var.
Konjonktürelcilerin öne sürdükleri nedenler arasında Rusya'daki ekonomik durumu, savaştaki Suriye'nin yakınlılığını, İŞİD korkusunu, Yunanistan krizini, Türkiye'nin yıpranan "yumuşak güç"ünü sayabilirim. Bu öbektekiler gelecek yıla her şey düzelir umudundalar...
Yapısalcılar ise, asıl krizin yeni başlamakta olduğu kanısındalar; "kıyıları betonlaştırmaya dayanan Costa del Sol yaklaşımının çıkar yol olmadığını biz kaç kez söylemiştik,  nitekim öyle oldu, deniz bitti" diyorlar.
Ben kendimi ikinci kategoriye koyuyorum.
Türkiye'nin özenli bir planlama ile, 21. Yüzyıl'a yakışan yeni bir turizm anlayışını kapsamlı olarak devreye sokmasının zorunlu olduğunu düşünüyorum.  Bu yeni anlayışın anahtar kelimelerinin başında çevrenin korunması, çeşitlilik, tarih-kültür bilinci ve demokrasi yer alıyor.
Bu yeni yaklaşıma  "sürdürülebilir turizm" diyenlere de rastlanıyor.  Yerindedir:  Ötekinin sürdürülemez olduğu anlaşıldı çünkü!
H H H
Türkiye bu açıdan şanslı bir ülke. Çünkü deniz ve kumun ötesinde turizme açabileceği pek çok şeyi  var. "Küçük Asya", insanlığa inanılmaz bir zenginlik ve renklilik sunuyor.
Görebilenlere tabii, renk körü olmayanlara da diyebiliriz.
Ne yazık ki, ülke son 12 yıl renk körü bir iktidar tarafından yönetildi.  Görebildikleri tek renk yeşildi -- dinin yeşili gibi gösterseler de, aslında  Amerikan dolarının yeşili...
Yeşil dolarlar uğruna  Kaz Dağı gibi önemli ekolojik turizm alanlarını mahvetmekten geri durmadılar. Anadolu'nun İslamiyet öncesi tarihine omuz silktiler.  Eski eserleri plastikle kaplamayı korumacılık diye yutturmaya kalkıştılar.
"Anadolu" diye bir kültürel nosyonları yok.  Orada katman katman bize sunulan ("emanet edilen"de diyebilirsiniz) büyük kültür mirasına iyi gözlerle bakmıyorlar. Onu öğrenmiyor, öğretilmesini teşvik etmiyorlar.
Müzeler rehbersiz, arkeologlar işsiz, sit alanları imara açılıyor.
Şu sıralar dünyanın en gözde ve en çok para getiren turizm türü "bağcılık-şarapçılık bölgesi" turizmi olduğu halde, şarap tanıtımı sayılır diye bağlara gezi düzenlenemiyor.
Sayfayı çevirmenin vaktidir.
Türkiye'nin bir hayalet turizm beldesi haline dönüşmesini istemiyorsak tabii...

Önceki ve Sonraki Yazılar