Amerika'nın süper güç olmasının sebebi: 4 Temmuz

1980’de Amerika’da çalışıyordum. İş yerindeki Amerikalılardan biri, iyi bir insandı, fakat her sabah işe alkol kokusuyla gelmesinden çıkarabileceğimiz gibi, muhtemelen bir alkolikti. Daha sonra da bu sorunu yüzünden işten çıkarılmıştı.

Bu arkadaş, üniversite mezunu olmasına rağmen, tipik bir Amerika’lı olarak, dünyadan pek habersizdi. Amerika’nın en büyük şehirlerinden hiç birini görmemişti.

Sık sık, pek haylaz olan oğlundan bahseder, onun 18 yaşına gelip de evden atılacağı günü sabırsızlıkla beklediğini söylerdi. Siyaset, kültür gibi konularda onunla konuşmak imkansızdı.

Bir gün, 12 Eylül 1980’deki darbeyi televizyonda öğrenip işe gittim. Bu arkadaş benim bir karış suratla işe geldiğimi görünce, “Ne oldu?” diye sordu. Kendisine, Türkiye’de askeri darbe olduğunu söyledim. Bana, askeri darbenin ne olduğunu sordu. Anlattım. “Bizde arada bir böyle olur” dedim.

Afalladı. Biraz düşündükten sonra, “Böyle bir şey burada olsa, 2 tabancam ve 1 tüfeğim var, alıp dağa çıkarım!” dedi.

Afallama sırası bendeydi. Bu pek cahil, kendi halinde görünen adamda böylesine güçlü bir Anayasal Düzen endişesi vardı. Daha sonraki yıllarda bu anlayışın çoğu Amerikalı’ya hakim olduğunu fark ettim.

Benim gibi, Beyoğlu’nda NAZİ Üniforması giymiş tiyatro oyuncularının millete kimlik sorup, milletin de kuzu kuzu kimlik gösterdiği bir ülkeden gelen birisi için, olağanüstü bir siyasi durumdu bu.

Zaman zaman, Amerika’nın neden bu derece büyük bir güç haline geldiği konusunda, ilkel masallar duyulur.

En çocukca olanları, Kızılderilileri öldürdüğü için der. Kimisi zenci köleleri sömürdüğü için der.

Sanki tarih boyunca, katliamlarıyla ünlü herhangi bir kavim bu güce erişmiş gibi. Sanki, insanlığın son iki yüzyılına kadar her yerde kölelik olmasına rağmen, köleci toplumlar bu sayede bir yere varabilmiş gibi.

Amerika’nın gücünü açıklayan en modern, sözde bilimsel teori, emperyalizm teorisidir. Bu teoriye göre, Amerika, emperyalist sömürü sayesinde bugünkü gücüne erişmiştir. Sanki, aynı işle meşgul olmuş, İspanya, İngiltere, Portekiz, Osmanlı, Rusya gibi ülkeler bu güce kavuşmuş gibi.

Objektif bir şekilde tarihe bakanlar açısından Amerika’nın büyüklüğünü açıklayan bir tek şey vardır: Kuruluş Felsefesi ve bu felsefeye uygun bir Anayasa ve siyasi sistem.

Amerika’nın kuruluş felsefesini açıklayan belge: 4 Temmuz 1776’da İngiltere’ye karşı yayınladıkları ve daha sonra Üçüncü Başkan olacak Thomas Jefferson tarafından yazılmış olan Bağımsızlık Bildirgesi’dir. Girişten sonra, şu tarihi sözlerle başıyordu:
“Şu hakikatleri aşikar addederiz: Bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Yaratıcıları tarafından bazı geri alınamaz haklarla donatılmışlardır. Bunlar arasında, Hayat, Özgürlük ve Mutluğu-Kendi-Başına-Arama hakkı vardır...”

Bildirge, devletlerin amacının bu hakları korumak olduğunu söyler ve şöyle devam eder:
“Ne zaman ki bir devlet bu amacı tahrip eden bir hale dönüşürse, halkın bu devleti değiştirmesi veya ilga etmesi ve yukarıdaki ilkeler üzerinde kuracağı yeni bir devlet tesis etmesi ve bu devletin kudretlerini, o halkın güvenliğini ve mutluluğunu mümkün kılacak bir biçimde organize etmesi, o halkın bir hakkı olur.”

Yani, Devlet “Hayat, Özgürlük ve Mutluğu-Kendi-Başına-Arama hakkı”nı kendi ihlal ederse, Amerikan halkının bu Devlet’i değiştirmesinin bir HAK olduğunu ifade eder.

İşte Amerikan siyasi sisteminin bu özelliği, yani Devlet’in yozlaşması karşısında Amerikan halkının isyan etmesinin bir hak olduğunun kabulü, sistemi, hatalar yapsa da hepten kontrolden çıkmasını önleyecek bir sübap görevi görmüştür.

Mesela, yönetim hata yapar Vietnam’da gereksiz bir savaşa girer; fakat Bir Jane Fonda (Komünist) Kuzey Vietnam’a gidip tankın üstüne çıkar ve savaşı protesto eder; basın savaş aleyhtarlığı yapabilir ve hiç birine bir şey olmaz ve Amerikan halkı isyan çizgisine gelmeden, savaş sona erdirilir.

Veya, tarihte ilk defa, bir Devlet, yoldan çıkan bir yönetime karşı mücadele edebilmeleri gerekçesiyle, evet bu gerekçeyle, halkına, silah taşımayı Anayasal bir hak olarak verir.

İşte, böyle bir anlayıştır ki, yazının başında bahsettiğimiz, bir anlamda dünyadan habersiz fakat aynı zamanda akli bir Anayasa’nın ihlali halinde isyan edebilecek yurttaşlardan oluşmuş bir ülke yaratılabilmesi hadisesi, başlangıçta Meksika’yla bile zor başa çıkabilen bir Amerikan Devleti’ni bu gün en güçlü Devlet haline getirmiştir.

Bizim Cumhuriyet Devrimimiz, halkın yozlaşan bir Devlet’e isyan edebilmesini Anayasal bir hak olarak vermemişti. Fakat, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ndeki “dahili ve harici bedhahlara” karşı Cumhuriyet’i koruma görevinin gençlere verilmesi, bir anlamda, felsefi olarak aynı yere çıkmaktadır.

Amerikalıların, 4 Temmuzda heyecanla kutladıkları bu bayramı, biz de, Atatürk’ün hitabesini her duyduğumuzda zımnen kutlamaktayız.

‘TSK: Cumhuriyet’in bilkuvve senatosu’

Geçen yıl YURT’taki bir yazımızda, 27 Mayıs sonrasındaki kısa bir dönem dışında, Cumhuriyet’imizin bir Senatosu olmadığını, fakat Senato’nun her devlette olması gereken bir işlev olduğunu, dolayısıyla kanunen olmayan Senato işlevinin, çeşitli dönemlerde çeşitli şahıs ve kurumlarca yapıldığını iddia etmiştik.

Atatürk’ün sağlığında, kendisinin bu işlevi gördüğünü; sonradan da TSK’nın bilkuvve bir Senato görevi gördüğünü yazmıştık.

TARAF’ın dürüst yazarlarından Sezin Öney, “Asker- sivil ilişkileri” başlıklı son yazısında, şöyle yazmış:
“Eskiden sorun, “sivil yönetimin ordu üzerinde kontrolünün olamaması” olarak çerçevelenmişti; şimdiyse “ordunun siviller üzerindeki kontrolünün eksikliğini” tartışıyoruz. Ankara’da ordunun da aralarında bulunduğu çeşitli kaynaklardan sızan haberlere bakılırsa, Cumhurbaşkanlığı ve hükümet bir süredir, Suriye’ye bir harekât planlıyor. Bu harekâtı da, ordu yönetimi, “akıl kârı bulmadığı” için engellemeye çalışıyor.”

Doğrudur. Son yıllarda bir kısım askerimiz, haksız yere hapislerde sürünerek, AKP’ci ve Cemaatci teokratik diktatörlük meraklılarının gerçek yüzlerini teşhir ettiler.

Anlaşılan, TSK’da kalanları da, ülkeyi savaş cehennemine sokacak bir kendini kaybetmişler güruhundan ülkeyi korumakta.

Eşcinsel hakları ve ifrat

Büyük İngiliz Edebiyatçısı Oscar Wilde, “başka erkeklerle büyük bir ahlaksızlık” diye adlandırılan bir ‘suç’ ile 2 yıl hapsedildi. Ondan sonra iflah olmadı; Fransa’ya göç etti ve sefil bir şekilde 46 yaşında öldü.

Alan Turing, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman şifrelerinin çözümüne büyük katkı yapmış bir kahramandı; bilgisayar bilimlerinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuş bir bilim adamıydı. 1952’de İngiltere’de eşcinsellikten dolayı mahkum edildi. Hapsedilme veya östrojen hormonu enjeksiyonu ile kısırlaştırılma alternatifleriyle karşılaşınca zehirle intihar etti.

Eşcinseller tarih boyunca bu tür muamelelere maruz kalmışlardı. Oysa, mutabakat halindeki iki yetişkinin özel hayatlarında ne yapacakları sadece kendilerini ilgilendirmeliydi.

Dolayısıyla, nasıl bir hayat yaşayacaklarına kendilerinin karar vermesi bir Hak idi.

İnsanlık, yirminci yüzyıl sonlarında bu hakkı kabul etti ve eşcinseller özgürce yaşama hakkına büyük ölçüde sahip oldular.

Fakat, her büyük hak ihlali, bu ihlalin yok edildiği dönem sonrasında bir ifratı da birlikte getirebilmektedir. Mesela, NAZİ’lerin Yahudi Soykırımı ertesinde, İsrail Devleti’nin şu veya bu siyasetini eleştiren çoğu iyi niyetli insana karşı “anti-semitizm” suçlaması getirilebilmiştir.

Buna benzer bir durum eşcinsel haklarının tanınması ertesinde yaşanmaktadır.

Mesela, bir ruhsal olağan-dışılık olarak bilimsel araştırmaya konu olabilecek bir eşcinsellik yönelimi, eşcinsellerin siyasi baskısıyla Amerikan Psikiyatri Birliği’nin kataloğundan çıkarılabilmiştir.

Oysa, bilim, nasıl ki kuzu gibi meleyen bir kuş türüne rasladığında, bunu olağan-dışı bir fenomen olarak incelerse, eşcinsellik gibi nadir bir fenomenin de fiziki veya ruhsal doğuş sebeplerini inceleyebilmelidir.

Bundan daha vahim bir durum, özellikle Amerika’da, ki daha sonra bütün dünyaya yayılacak demektir, ortaya çıkmıştır. Eşcinselliğin, fıtri veya bilinç-dışı bir yönelimle varılan bir yer olmadığı, bir “TERCİH” veya “CİNSEL YÖNELİM” olduğu ve bu yüzden de saygı duyulması gerektiği savunulmaktadır.

Bir davranış biçiminin “tercih” veya “yönelim” olması o davranışın hak olmasına sebep olmaz. İki eşcinselin “mutluluğu kendi başlarına aramak” haklarının olması, onların bu davranışını bir kabahat veya suç olmaktan çıkarır.

Bir şeyin “Tercih” edilmesini veya ona “Yönelinmesi”ni hak sayarsanız, “Ben bir tercih olarak, pedofil olmayı seçtime; pedofil olmaya yöneldim!” diyen insana ne diyeceksiniz?

Bu çok saçma görünen son pozisyon, son yıllarda Kanada’da ciddi ciddi savunulmaktadır.

Çocuklara yönelen cinselliğin toplumca kabul görmesi, bazılarınca ciddi ciddi talep edilmektedir ve korkarız uygarlığın çürümekte olduğu bir dünyada, böylesine bir sapkınlık, bir gün, normal görülebilir.

Felsefiliğin, bilimin yerini gürültü ve modalar alırsa, böyle bir çürümeden doğan ortam, kökten dincileri iktidara taşır ve bir akılsızlığın yerini başka bir akılsızlık almış olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar