​İkiyüzlülük

Çarşamba günü AKP rejiminin bir numarası muhtarlara konuşuyor; firar eden iki savcıyı hedefine alıyor, “bir de benim Gezi olayları sırasında yurt dışına kaçacağım iddia ediliyordu” diyerek nazire yapıyor. (Kastının, Gezi’den ziyade 17 Aralık olduğunu eklemek gerekir mi?).

Türkiye’de hiçbir cumhurbaşkanı böylesine irtifa kaybına uğramamıştı; ama konumuz bu değil. Zekeriya Öz’ün iki yıl öncesine kadar İslamo-faşist rejimin, AKP-Cemaat koalisyonunun gözbebeği bir operasyon adamı olduğu da değil; bunu bilmeyen kalmadı.

RTE’nin sözcüsü Akdoğan, 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu savuşturmak, bu bağlamda ilgili savcıları karalamak için “orduya kumpas kuruldu” çıkışıyla gündemi değiştirir ve yeni bir süreci başlatırken, siyasi oportünizmin şahikasına imzasını atıyordu.

Ama dikkat: Firardakiler için Ergenekon davalarında yargı terörü uygulamaktan, düzmece iddianame hazırlamaktan, TSK’ya kumpas kurmaktan, yüzlerce insanın hayatını karartmaktan ötürü yakalama kararı çıkarılmamıştı; onlar yaptıkları tek doğru iş için aranmaktaydı: Her ne saikle olursa olsun yolsuzluk perdesini aralamışlardı ve bunun ucu en tepedeki şahsiyete kadar gidiyordu.

Tepedeki şahsiyetin, ‘hani beni kaçırtacaktınız bak ben sizi kaçırttım’ mealinde dışa vurduğu intikam sevinci ancak bu bağlam içinde anlaşılabilir olmakta.

***

29 Mayıs tarihli Yurt’ta “Anayasa İhlalleri” başlığı altında Cumhurbaşkanının, YSK ve RTÜK’ün anayasa ihlallerini gündeme getirmiştim. Bir paragrafı aktarayım: “Yasalarda ‘Cumhurbaşkanının bir parti lehine veya aleyhine propaganda yapmasını açıkça yasaklayan’ bir hükme gerek duyulmamış olması, Cumhurbaşkanının Anayasanın 103. maddesine göre tarafsızlık yeminiyle görev yapan tek yürütme organı olması nedeniyledir. Üstelik, böyle bir andiçme hiç olmasaydı dahi, Anayasanın 10, 101 ve 104. maddeleri bakımından da, Cumhurbaşkanının seçimleri etkileyecek bir konumda olması düşünülemezdi. Anayasa 10'a göre, "Herkes kanun önünde eşittir".

Anayasa 101'e göre, "Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir". Dolayısıyla Cumhurbaşkanı "herkes"ten daha kısıtlıdır.

Şimdi seçimlerden iki aydan fazla zaman geçmişken, RTE hem anayasayı çiğnemeye devam ediyor hem de anayasanın “TBMM seçimlerinin Cumhurbaşkanınca yenilenmesi” başlıklı 116. Maddesindeki “karar verebilir” ifadesinin katı bir yorumunu yaparak “45 günlük süreyi esnetmem” diyor.

(Oysa Cumhurbaşkanı Demirel bu süreyi pekâlâ esnetmişti). Son günlerde koalisyona karşı tutumunun dozunu da arttırıyor, “Başbakan, ilkeleri, düşünceleri karşı tarafla örtüşürse adım atabilir. Herhalde örtüşmüyorsa intihar edecek hali yoktur” diyebiliyor.

Anayasaya cepheden karşı gelerek, açık yönlendirme hamleleri yapıyor. Kendisini anayasal sınırlar içine çekebilecek -bir anlamda sonunun başlangıcını hazırlayabilecek- bir koalisyon ihtimalini savuşturmak için yapmayacağı hukuk ihlali yok.

(Fırsat bulursa, yeni Kabataş ve Sümeyye vakalarını elverişli araçlar olarak kullanmak da dâhil. Sahi, Sümeyye Hanım kendi adını bir sahte suikast girişimine karıştıranlardan davacı oldu mu? Olmadıysa acaba neden?).

***

Ama sadece hukuk ihlalleriyle yetinilmiyor. Ülkeyi kaosa sürüklemek, hatta terör misillemelerinin ve kuzey Suriye’ye dönük bir askeri operasyonun ateşine atmak da elverişli malzemeler olarak uygulamaya sokuldu bile.

Buradaki korkunç ikiyüzlülük de herkesin gözleri önünde yaşanıyor: Irak ve Suriye devletlerini yıkan, bu ülkeleri sürekli bir iç savaş ortamına sürükleyen emperyalizmin işbirlikçisi olmakla övünmekle yetinilmiyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kuruluş ilkelerine aykırı olarak ülkeyi mezhep savaşlarının doğrudan tarafı durumuna getirmek, her türlü cihatçıyı beslemek, silahlandırmak, sınır aşmalarını sağlamak gibi her biri Yüce Divanlık suçlar işleniyor. Reyhanlı ve Suruç katliamlarının sorumluluğu taşınıyor.

Ve şimdi de Anayasa’nın 92. Maddesi ihlal edilip Meclis onayı olmaksızın İncirlik yabancı güçlerin sınır ötesi askeri operasyonlarına açılıyor…

PKK ile yeniden başlatılan çatışmalar da ayrı bir ikiyüzlülük sonucu: Bir yandan alan hâkimiyetini 2009 ve özellikle 2011 sonrasında PKK güçlerine fiilen terkedeceksin, hatta 2015’te işi HDP ile Dolmabahçe mutabakatı noktasına getireceksin, diğer yandan seçimlerde iktidarı kaybedince, yıllardır bölgede görmezden geldiğin fiili durumu gerekçe yapacak ve milliyetçi oy avcılığı için çatışmaları körükleyeceksin!

Bugün, “PKK silahları gömmeden müzakere olmaz” diyenler dün de iktidar değiller miydi?

Bu anlayışlarla Cumhuriyetin niteliğini değiştirenlere ülke yönetimi bırakılabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar