Avrupa'da sadece sol yükselmiyor…

Önce haritanın solunda, yani Güney Amerika’dan yükselen solun, ardından Yunanistan’da iktidara gelerek kapımıza dayanması bizde de heyecanı arttırdı.

Evet, Güney Avrupa’ da rüzgar soldan esiyor. Ancak Avrupa’nın geneline baktığımızda daha farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz.

Bugün zengin, kreditör Kuzey Avrupa ile yoksul(laştırılmış) ya da François Chesnais’ın deyimiyle “gayrimeşru biçimde borçlandırılmış” Güney Avrupa’dan oluşan iki vitesli daha doğrusu iki kutuplu bir Avrupa var ortada.

Kuzey ve Güney’in halklarını birleştiren neo-liberal politikaların sonucunda sosyo- ekonomik hak, güvencelerini yitirmeleri.

Ancak rüzgar alacaklı Kuzey’de genel olarak radikal sağ partilerin yelkenlerini şişiriyor.

“Çok kültürlülük”, “anayasal yurttaşlık” gibi kavramlar 10-15 yıl önce Avrupa Birliği genişleme sürecinde çok revaçta idi. Bugün esamisi okunmuyor. Neo-liberal politikaların dünyayı ve Avrupa’yı getirdiği kriz noktasında tüm bunların içi boş ve aldatmaya dayalı bir söylemin kurguları olduğu net olarak görülüyor.

Özellikle 2008 sonrasında kapitalizmin kriz halinin kalıcılaştığı süreçte göreli konforlarını kaybeden orta sınıflar ve hatta işçi sınıfının önemli kesimi radikal sağ-faşist partilere ve hareketlere yönelmiş durumda. Bu radikal partilere göre krizin sorumlusu toplumsal dokuyu bozan yabancılar özellikle de Müslüman göçmenler. Elbette Radikal İslamcılığın yükselişi bu partiler için ayrıca uygun bir ortam yaratmış durumda.

Sadece son birkaç yılı şöyle bir gözden geçirelim. Avrupa’da ırkçı eylem ve saldırıların sayısı inanılmaz boyutta arttı. Radikal sağ partiler son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde tarihin en büyük başarısını yakaladılar. Avrupa’nın birçok ülkesinde iktidar ya da iktidar ortağı oldular (Hollanda, Macaristan, Avusturya, İsviçre gibi). Bugün Fransa’da yapılan bazı anketlere göre ırkçı Ulusal Cephe ikinci parti konumunda. İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde faşist hareketler parti olarak etkili olmasalar da sokak gücü olarak çok kuvvetliler.

Yapılan araştırmalara göre radikal sağ parti ve hareketler başta sosyal medya olmak üzere yeni iletişim araçlarını ve ortamlarını sol partilerden çok daha iyi kullanıyorlar ve gençleri etkilemekte daha başarılılar.

Syriza’nın AB ve onun dayattığı politikalara karşı sergilediği tutum sadece sola özgü değil. AB ve onun uyguladığı neo-liberal politikalar ve dayatılan kemer sıkma politikaları radikal sağın da hedefinde. Radikal sağ 1930’lardan sonra bugün kara baharını yaşıyorlar. Üstelik sol-komünist partiler ve anti-faşist mücadele hiç olmadığı kadar zayıf.

Kısaca kriz ortamları sadece sol için değil radikal sağ güçler için de uygun koşullar doğuruyor. Kuzey’in Güney’den esen rüzgarlardan fazla etkilenmeyeceği görülüyor. Elbette şimdilik…

***


Avrupa’daki bu politik gelişmelerin Gezi eylemlerinin ikinci yılına denk gelecek kritik genel seçimler arifesinde Türkiye’de ne gibi sonuçlar yaratacağını göreceğiz.

Ancak her ülke kendi özgül koşulları altında evrensel yönelimden etkileniyor. Örneğin, Türkiye 90’ların sonunda yaşadığı tarihinin en ağır siyasal ve ekonomik kriz günlerinde aradığı “adaleti ve kalkınmayı” AKP’de buldu. Üstelik parlamentodaki tek muhalefet partisi de IMF ve Dünya Bankası tarafından alacakların tahsili için uygun ekonomik ortamı yaratmak için gönderilen memuru gururla milletvekili yapan CHP idi.

Bu kez farklı ve olumlu bir sonuç alınabilir mi?

Bunun mümkün olup olmayacağını sol partilerin ve hareketlerin ortak bir program etrafında koalisyon oluşturabilme yetenekleri belirleyecek gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar