Suruç ve düşündürdükleri!

Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemiz zor dönemlerden geçtiği çokça zamanlar olmuştur. Özellikle son süreçte yakın coğrafyamızda haritaların yeniden belirlenmek istenmesi ve bu doğrultuda taşeron terör örgütlerinin türemesi ise oldukça manidar. Zengin petrol ve yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ülkelerinin, emperyalistler tarafından elini ovuşturduğu gözlerini fal taşı gibi bu ülkelerin zenginliklerine diktiğini hepimiz biliyoruz. 

Ancak bu gerçekler biliniyor bilinmesine de dışarıdan ve içeriden bu kadar açık tehdit altında olması karşısında Türkiye yeterli önlemini alabiliyor mu? Ya da Türkiye sınır güvenliğini ne kadar sağlayabiliyor? Dış kaynaklı iç tehditlere karşı istihbaratını ve iç güvenliğini yeterince sağlayabiliyor mu?  Son zamanlarda Reyhanlı, Gaziantep, Diyarbakır ve önceki gün Suruç’ta yaşanan bombalı saldırılarda onlarca insanın hayatını kaybetmesi ve ardından güvenlik güçlerinin cinayete kurban gitmesi aslında istihbarat ve güvenlik zafiyetini de açıkça gözler önüne sermektedir.

Egemen güçler tarafından yeniden dizayn edilmek istenen Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin hatalı dış politikaların sonucunda bugün yalnızlaştığı artık bir gerçek. Dış politikaya mezhepsel bir açıdan ve 17. yy Osmanlı anlayışıyla bakmak en büyük hata olmuştur. Oysa ‘Yeni Osmancılık’ söylemi ve ‘mezhepsel anlayışa’ dayalı yaklaşım artık günümüz dünyasında hem ‘düşünsel’ hem de ‘reel politika’ anlamında tarihin tozlu raflarında yerini almıştır.

***

Türkiye, 21.yy’da hızla değişen ve gelişen bilim ve teknoloji dünyasında ‘güçlü devlet’ olarak yerini alabilmesi için başta içte birlik ve beraberliğini sağlaması sonra da ‘ekonomik güç’ olarak hem ‘bölgesel’  hem de ‘uluslararası’ düzeyde ‘rasyonalist’ ve ‘reel’ politikalarla siyasi belirleyici role kavuşmalıdır. Bugün, Türkiye’de 7 Haziran 2015 seçim sürecinin üzerinden neredeyse 50 gün geçmesine rağmen hala koalisyon hükümetinin kurulamaması ülke olarak istikrarsızlığa daha da sürüklenmesine neden olmaktadır. Oysa halkın iradesini sandığa yansıtmasına rağmen siyasi parti liderlerinin bir araya gelip hükümet kuramaması her açıdan ülkenin patinaj yapmasına neden olmaktadır.

Siyasi belirsizliğin bir an önce sona ermesi ve yeniden belirlenecek iç ve dış politika ile özellikle komşu ülkelerden başlamak üzere bütün dünya ülkeleriyle, ‘stratejik iş birliği’ ve ‘güvene dayalı’ bir politikanın yeniden inşa edilmek zorunda olduğu gerçeği belirmiştir.

Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözündeki felsefi yaklaşımı aslında dış politikada nasıl hareket etmemiz gerekeceği noktasında yol gösterici özelliktedir.

***

Peki, Türkiye nasıl istikrarlı, güvenli ve güçlü bir ülke olabilir? Bakın nüfusumuzun yarısına yakınını gençler oluşturmaktadır. Bu, bir ülke için büyük bir potansiyel ama biz bu genç dinamiği ne kadar değerlendirebiliyoruz? Ne kadar bu potansiyeli ülke ekonomisine katabiliyoruz? Gençlerimizi, çocuklarımızı doğru dürüst bir eğitim sistemiyle yetiştirebiliyor muyuz?

Sizlere köşemden eğitim sistemini tüm yönleriyle anlatmaya çalışıyorum. Ama gelinen noktada mevcut eğitim sistemiyle başarılı olamadığımız gibi her anlamda istenilen seviyeye bir türlü gelemiyoruz. Eğitim sistemi sadece ekonomik büyüme ile değil, ‘birey’ olmayı başarmış insanlarıyla ‘demokrasiyi’ ve ‘özgürlüğü’ içselleştirmiş bir ülke olma yolunda da önemlidir.

Tüketen değil üreten, en önemlisi düşünebilen, yaratıcı, özgür, çağdaş, hümanist bireyler yetiştirebilseydik; terör yanlısı, cani, canlı bomba olma noktasına gelen (hem kendi yaşamına hem de başkalarının canına kıyabilecek) insanlıktan nasibini alamamış kişiler toplumun içinden bu kadar çok çıkar mıydı? 

***

Gelinen noktada, Türk halkı artık tercihini yapmak zorundadır. Ya Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki gibi itaat edenin ve itaati ölçüsünde değer gören sıradan insanlar topluluğu olacağız ya da Kant’ın özgürlük anlayışında olduğu gibi ‘başkasının aklının buyruğundan kurtuldukça özgürleşebilen birey’ olabilen bir toplum olacağız. Bu noktadan hareketle hem eğitim sistemimizi hem de toplumsal dinamiklerimizi günün koşullarına göre geçmişimizden de kopmadan güncellemek zorundayız.

Türkiye son zamanda yaşadıklarıyla ve toplumsal dinamikleriyle gittikçe tipik bir Ortadoğu ülkesine dönmeye başladı. Yol yakınken ya yüzümüzü medeniyete dönüp modernleşme ve çağdaşlaşmayı gerçekleştireceğiz ya da tıpkı Ortaçağda olduğu gibi cahiliye döneminin bataklığında savrulup gideceğiz.

Bu karar hepimizin!

Not: Sevgili Ağabeyim Yrd.Doç.Dr. Halim Yurdakul’un ‘Satınalma Yönetimi Süreçler ve Uygulamalar’ kitabı Nobel yayınlarından çıktı. Satın alma üzerine yazılmış ender eserlerden. Okumanız dileğimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar