Medyalog halleri

Memlekette doğru dürüst bir medya kalmadığı için eskisi kadar gazeteleri dergileri takip etmiyorum. Medya ile olan bağlarımda ciddi bir zayıflama var son zamanlarda. Gündemleri bile maalesef biraz geriden takip eder oldum. Haberleri bazen okur dostlarımdan öğreniyorum. Hz. Facebook vasıtasıyla bazen bir okur dostumuz bana “Hocam, abim, ustacım şu konuda ne düşünüyorsun” diye sormasa inanın o konudan haberdar dahi olamayacağım. Şu aralar en önemli haber kaynağım yemin billah Hz. Facebook oldu. Bazen abartılı bir şekilde kullandığım bu sosyal medya canavarı sayesinde o gün neler olmuş veya o günün mana ve ehemmiyeti neymiş haberdar olabiliyorum.

Daha önce de yazdım. En iyi televizyon kapalı televizyondur. Televizyona karşı beş yıldan beri sürdürdüğüm boykot devam ediyor. Ne zaman açarım televizyonu. Bir felaket, çok olağanüstü bir olay olmalı ki açayım. Bir deprem olacak, bir ülke yerle bir olacak, büyük bir savaş kopacak, havada veya yerde iki uçak çarpışacak, denizde gemiler zincirleme kaza yapacak, en azından bir diktatör devrilecek veya geberecek, anca o zaman açarım o aptal kutusunu. Zaten bütün aptal televizyon kanalları yalan medyası olmuş, bir diktatör devrilse, bir titan geberse hâlâ “Her şey ama her şey çok güzel” diye haber yapar onlar ( belki de ilk defa o gün doğru yayın yaparlar.) Televizyonda sadece film seyrediyorum. Bazen PC monitörü olarak kullanıyorum. Hem televizyonum hem ben hayatımızdan memnunuz. Felaket olsun istemiyoruz elbette. Diktatörler devrilsin, gebersin yeter.

Yurt Gazetesi dışında eskisi gibi kâğıt gazetelere de para saymıyorum. Kâğıttan gazetelerin de birkaçı hariç alayı çer çöp yuvası olmuş. Neyini alıp da okuyacağım o paçavraların. Ben zaten 11 sene önce, gazeteler bu kadar rezil rüsva olmadığı zamanlarda o gazetelerde doğru dürüst okuyacak bir şey bulamadığım için yazar ve medyalog olduğumu defalarca yazdım. Doğru dürüst okuyacak bir şeyler, köşe yazarları bulabilseydim yazar olmazdım ki. Yazar olayım, bari ben yazayım da gazetelerde okuyacak bir şeyler olsun dedim seneler önce. Şimdi ise durum çok daha kötü. Zamanında okumaya değer vermediğim dağları taşları yarattığını sanan kimi köşe yazarları bile köşelerinden kovuldular, internet yazarı oldular. İktidarın kanalizasyon medyası rögarlardan taşmış, merkez medya plazalarını basmış. Onların paçavralarına para verip elimi mi kirleteceğim? Hijyen nedeniyle almam o gazeteleri.

Bir diğer önemli haber kaynağım ise cepten internet elbette. Sözde akıllı telefonum sayesinde internet üzerinden o gün ne olmuş ya da ne olmamış iyi kötü haberdar olabiliyorum. Gerçi yeri gelmişken şu akıllı telefonlar hakkındaki şikayetimi de arz edeyim dostlarım.

Ben bu sözde akıllı telefonu niye aldım? Bana yardım etmesi için aldım. Akıllı deniyor ya. Aklını göstersin diye aldım. Lakin yıllardır beni deli ediyor bu sözde akıllı telefonlar. Her şeyi bana soruyor. Yıllar geçtikçe, modeller geliştikçe, uygulama güncellemeleri ilerledikçe soruları azalacağına artıyor. Eski salak telefonlarımız pek bir şey sormazlar, bir tuşla işlerimizi hallederlerdi. Oysa bu sözde akıllı telefonlar “Onu şöyle yapayım mı, buna izin var mı, şuradan şöyle bir şey geldi, buradan şunu yaparsam faturana bu kadar girecek ne dersin?” tarzında ahret sualleri soruyorlar. En kötüsü de aklı az geliyor herhalde ikide bir “Güncelle beni” diyor. Benim işim gücüm yok, tek tek telefon programlarının güncellemeleri peşinde koşacağım. Ne ala memleket.

Sözde akıllı telefon ama beş yaşında çocuk gibi. İstekleri hiç bitmiyor. Hani çocuklarla alışverişe gidersiniz ve en eğlendiğiniz anda çocuğunuz “Susadım, sıkıldım, dondurma istiyorum” diyerek elinizden çekiştirir ya işte aynen öyle. İkide bir “Pilim bitiyor beni şarj et” deyip duruyor. Yemin ederim cebimde jeneratör taşıyacak hale geldim. Günde iki kere doldurmaz isem bu telefonları, beni bütün dünyanın sosyal medyasından ve internet denilen biricik medya dünyasından kopartmakla tehdit ediyor. Bu da garip bir durum tabii. Teknoloji o kadar ilerlemiş ki bilişime ait her şey telefona sığmış ama telefonların pilleri halen 20’nci yüzyılda, soğuk savaş döneminde kalmış. Kapitalizm bir garip.

Aslına bakarsanız, sosyal hayatım bile neredeyse yerle bir oldu o şerefsiz akıllı telefonlar yüzünden. Yüz yüze görüşebileceğim insanlar artık parmağımın ucunda çünkü. Tanıdığım tanımadığım bütün insanları bu yüzden parmaklar hale geldim. Bir parmak dokunuşu ile sosyalleşiyorum. Sıkılırsam sanal kalabalıklardan bir parmak dokunuşuyla yalnız kalabiliyorum. Aynı çatı altındaki insanlarla bile konuşmak yerine parmaklaşır hale geldik.

Türlü sohbet programları sayesinde 3 metre ötemde oturan bir arkadaş ile akıllı telefonlar vasıtasıyla yazıştığım bile oldu dostlarım. Fakat yine de şu yoğun iş güç aleminde haberleri öyle veya böyle bana ulaştırmaya vesile olduğu için güya akıllı olan telefonuma şükranlarımı sunmaktan başka çarem yok.

Eskiden tuvalete oturduğumda çaresiz bir şekilde düşünürdüm. Malum. Pek çok akıl fikir o anda geliyor insanın aklına. Sonra tuvalette aklıma gelenleri gider yazar veya uygulardım. Şimdi ise tuvalete oturduğumda aklıma gelenleri anında bütün dünya ile paylaşabiliyorum. Sözgelimi, Hz. Facebook’ta paylaştığım akılların fikirlerin ciddi bir bölümü o en mahrem anlarımda paylaşılmıştır. Bize böyle bir nimet verdiği için kapitalizme bazen haksızlık ettiğimi dahi düşünmekteyim. Eskiden hacet giderirken yapayalnızdım. Şimdi ise teknoloji ve elbette kapitalizm sayesinde tuvalette bile yalnız değilim. Böyle bir imkân yoktu eskiden. Artık kabızlığınızın veya ishalinizin tam ortasında, hatta en şiddetli osuruğunuzu saldığınız bir anda sevgilinize, aşkınıza, eşinize dostunuza  “Seni çok seviyorum canım” mesajları gönderme özgürlüğünüz var. Elbette o mahrem anlarımda ben daha çok belli başlı köşe yazarlarını okumayı tercih ediyorum.
Göçebelere


Önceki ve Sonraki Yazılar