Heyecan ve alışkanlık.

Hüsnü Mahalli

Kobani'de olaylar başladığında başta Türkiye olmak üzere tüm dünyanın dikkati buraya yönelmişti. Çünkü ruh hastası IŞİD'çiler Kobani'ye saldırmış ve 150 bin kadar Kobani'li insan Türkiye'ye sığınmıştı. Orada müthiş bir dram yaşanıyordu. Kobani dünya medyasında hep birinci haber olmuştu. Sonrasını hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz. Ama 2 aylık savaştan sonra Kobani, Kobanililerin dışında artık hiç kimsenin uumrunda değil.
Tıpkı Musul hiç kimsenin umurunda olmadığı gibi.
IŞİD'çiler tarafından kaçırılıp tecavüz edilen binlerce Arap, Kürt, Türkmen, Hıristiyan ve Ezidi kızları da herkes unuttu.
Türk ve dünya medyası artık Kobani, Musul, Bağdad, Halep ve Şam haberleri ile fazla ilgilenmiyor.
Çok önemli, kanlı ve heyecan vermediği sürece haberler hiç kimsenin ilgisini çekmiyor.
Merak edenler de her şeye alıştırıldı.
İnsanlar bu coğrafyada olup biten en acı olayları bile normal kabul etmeye başladı.
Medyanın olağanüstü başarısı.
Heyecanı doruğa çıkarıyor sonra da her şeyi unutturuyor.
Sanki yaşamın tümü bir Hollywood filmi.
Aksiyon, heyecan ve mutsuz son.
Ne demiş Osmanlı :
'Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür'.
Peki acıları yaşayanlar ne olacak?
Onlar da alışıyor, alıştırılıyor.
BM'nin önceki gün açıkladığı rapora göre, Irak ve Suriye'de devam eden savaşlardan dolayı 14 milyon insan ülke içinde ya da dışında evinden uzak yaşıyor.
İki ülke nüfusunun dörtte biri.
2003 Irak işgali ve sonrasında devam eden Sünni-Şii kıyımında bu ülkede bir milyondan fazla insan öldü. Suriye'de ölenlerin sayısı 200 bini geçti.
Her iki ülkede en az 1.5 milyon dul, 5 milyon yetim ve 3 milyon sakat var.
Bu iki ülkede Kaide, IŞİD, Nusra ve benzeri örgütlerin 7 bin kadar intihar saldırısında ölenlerin yüzde 95'i Müslüman.
'Arap Baharı' öncesinde, sırasında ve sonrasında Filistin, Lübnan, Mısır, Libya, Somali, Tunus, Yemen ve diğer ülkelerde yaşananlar rakamsal olarak farklı olmakla birlikte durum değişmiyor.
Durum değişmediği için de insanlarımızın heyecan-alışkanlık-ilgisizlik denklemi değişmiyor.
Sorun bu.
Çünkü tüm bu acıları yaşatan dış güçler ve onların iç işbirlikçileri bizleri bu hallere düşürdükten sonra işlerini çok kolay yapıyorlar.
İşleri güçleri ise bizim coğrafyanın tüm zenginliklerini ele geçirmek, onurumuz ile dalga geçmek, beyin ve vicdanlarımızı esir almak.
Bunu da çoğu zaman başarıyorlar.
Bunun da tek bir nedeni var :
İhanet.
Çünkü bizim coğrafyada ihanet bataklığına farklı oranda saplanmış bol miktarda politikacı, asker, sözde aydın, akademisyen,  iş adamı ve en önemlisi gazeteci var.
Bunlar var oldukça dış güçlerin işi çok kolay.
Dış güçlerin desteğini alan bu tipler  kendi toplumlarına karşı sürekli küstahlaşıyorlar.
Dikta eğilimler, zorbalık, yolsuzluk ve bildiğiniz bütün kötülük ve iğrençlikler bizim coğrafyanın temel hastalık ve sonrasında alışkanlığı oluyor.
Bazen de karakteri.
Zamanla da genetik özelliği.
Buna da bazıları demokrasi diyor.
Özünde din olmazsa da olmaz!