Son dönemde Batılı lider ve yöneticilerin Suriye ile ilgili olarak sık sık dillendirdiği bir kavram var: ‘Ilımlı Muhalifler’...
Yıllardır 'Ilımlı İslam' söylemini bizim coğrafya için uygun gören ve 'Arap Baharı' ile bu söylemi sahiplenenleri iktidara taşımaya uğraşan Batı, ılımlıların şalvarından radikaller çıkınca ne yapacağını şaşırdı. Çünkü Batı; Arap Müslümanlarının AKP'yi model alıp ılımlılaşacağnı ya da benim deyimim ile uyumlulaşacağını hesaplıyordu.
Ama olmadı.
Mısır çöktü.
Suriye çıkmazda.
Çünkü, işin içinde silah var. Silah olunca da ılımlı, uyumlu ya da radikal olmanın bir farklılığı kalmıyor. Hepsi de cinayet işlerken 'Allahu Ekber' diye bağırıyor.
Bazıları az öldürüyor, diğerleri daha fazla…
Bazıları testere ile boğaz kesiyor, diğerleri kurşuna diziyor...
Hepsi de Batı ve bölgesel müttefiklerinin dostu...
Hepsi de ruh hastası…
Öyle olmasaydı, dünyanın dört bir yanından gelip Suriye'de insan öldürmezlerdi.
Hem de, Allah ve Peygamber adına!
Oysa ne Allah ne de Peygamber buna izin verir.
Tabii, o ruh hastalarının Allah ve Peygamber’i Obama ve yandaşları değilse.
Obama ve yandaşları olmasaydı, Suriye'de insanlar ölmeyecekti.
Suriye'de bunca acılar yaşanmayacaktı.
Ama zararın neresinden dönülürse kardır misali, şimdi Suriye'de yeni bir dönem yaşanıyor.
Batılı liderler ve bölgesel yandaşları radikal ruh hastalarından vazgeçerek 'ılımlı' olanlarını sahipleniyorlar. Gerekçe ise: Bu radikaller çok güçlendi. Yani tehlikeli olmaya başladılar.
Peki nasıl bu hale geldiler?
Tabii, Türkiye sayesinde.
Olayların başladığı ilk günlerden itibaren binlerce yabancı 'cihatçı' Türkiye üzerinden Suriye'ye geçti. Türkiye sınırlarından sağlanan silahlarla, bu ruh hastaları kendi aralarında gruplar kurup savaşmaya başladılar. Bu grupların sayısı 1.500'ü buldu. Sonra bu gruplar kendi aralarında yağma, avanta ve ideoloji kavgasına başladı. Hepsi de Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'den gelen milyonlarca dolar ve her türlü silahı kendi tekeline almak istedi. Kavga giderek büyüdü ve sonunda Nusra ve Kaide gibi 'çok radikal' gruplar ön plana çıktı. Bu iki grup 'Gerçek mücahit biziz' deyip başkalarını öldürmeye başladı. Süreç içinde birçok küçük grup bu iki büyük ve güçlü gruba katıldı. Katılmayanlar da zorla yola getirildi. Geriye ÖSO yani 'Özgür Suriye Ordusu' ve ona bağlı küçük gruplar kaldı. Batılı lider ve yöneticiler de onlara 'ılımlı' diyor ve onları Cenevre Konferansı’nda masaya oturtmak istiyor.
Ama boşuna. Çünkü ne ÖSO ne de onun sivil şemsiyesi Suriye Ulusal Koalisyonu bir işe yarar. Her ikisinin de Suriye içinde hiçbir ağırlığı yok ve olmayacaktır.
Batı ve onun bölgesel işbirlikçileri samimi ise, bir an önce Nusra ve Kaide gibi 'çok radikal' gruplara karşı savaş başlatmalıdır. Bunu da direkt olarak kendileri yapmalıdır. Çünkü ÖSO onlarla baş edemez.
Bu durumda, Türkiye Suriye ile sınırını tam anlamı ile kontrol altına alıp, Nusra ve Kaide'ye katılmak için gelenlerin geçişine izin vermemelidir. Buna paralel olarak, Türkiye her türlü silah ve askeri malzeme geçişine izin vermemelidir. Çünkü ÖSO'ya gönderilen silah ve malzemeler Nusra ve Kaide'nin eline geçiyor. Türkiye ve Batı ayrıca Irak ile işbirliği yaparak, Kaide'cilere karşı ortak mücadele etmelidir.
Unutulmamalıdır ki; Suriye'de istikrar, barış ve sonrasında demokrasi bu ruh hastalarının varlığı ile asla gerçekleşemez. Bu ruh hastaları günü geldiğinde Türkiye ve Batı için de çok tehlikeli olacaktır.
İnada gerek yok.
Batı 'Ilımlı Muhalifler’den söz etmeye başlamışken, AKP hükümeti de Suriye ve bölge politikasının yanlışlığını kabul etmeli ve yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır.
Hem de geç kalmadan.
Çünkü Cenevre Konferansı yaklaştıkça, Batılıların çoğu Şam'ın kapısı çalmaya başlayacaktır.
Bazıları da şimdi Beyrut'ta bekliyor!