Eğitim-İş Gönüllülerine…
İnsanoğlunun zihinsel kodlarında saklı olan yönelimlerden biri de arama edimidir. Bu arayış doğumdan itibaren insanın biyolojik mekanizmaları ile birlikte gelişir. Her davranışsal ya da düşünsel faaliyetin olduğu gibi arama ediminin de biri topluma biri de kendine olmak üzere iki yönü vardır. Her davranışta olduğu gibi bu zihinsel faaliyetin de zihinsel ve sosyal yönünü dengelemek bireyi toplumsal zeminde isabetli kararlar almaya iter. Bu tespitlerimi tarihten bir örnek ve kişisel deneyimimi içeren bir başka örnekle somutlaştırmak isterim.
İlki: “Bağımsızlık benim karakterimdir.” Diyen bir kişiliğe sahip Mustafa Kemal Atatürk’ün özgür bir birey olma doyumunun sosyal bağlamda da istenilen düzeye gelmeden kendisini gerçekleştirmesinin mümkün olmayacağıdır. Bunu fark etmeseydi yahut fark edip tarihin kendisine sunduğu koşulları değerlendiremeseydi muhtemelen hayatının geri kalanı ağır mental bunalımlarla geçecekti. Ancak kendinde aradığı bireysel doyumu toplumun aradığı tam bağımsız bir millet olma gibi kolektif bir duygu ile sentezledi. Bu yüzden “elbet bir gün toprak olacak naçiz vücut” cumhuriyette vücut buldu.
İkincisi: Gençliğinizin büyük bir kısmı bilerek ve isteyerek yani hür iradenizle başlangıçta hiçbir maddi koşullanmaya bağlı kalmadan kitaplar önünde geçmiş. Eksik olmuş, yanlış olmuş fakat iyi kötü on üç yaşınızdan beri gazete köşelerinde yazmış çizmişsiniz. Radyo mikrofonlarından, şiir sahnelerinden, edebiyat, sanat ve düşünce adına bir şeyler gevelemişsiniz. Meseleyi akademik zemine taşıma adına hem edebiyat hem iletişim adına bir şeyler ortaya koyup sırf bunları daha rahat yapmak için akademik ortam ve kadro aramışsınız. Bu arayışınızın “a” makamında daha onlarca kulp takmışlar, arkadan önden haberler uçurmuşlar, “kimden” diye sorgulamışlar. Kimseden olmadığınız için “öteki”dir demişler. Bunlar olurken berikinin mahallesinde “kitap okumayı da hiç sevmem” diyen kifayetsiz kaç sinsi gülüşe kapılar aralamışlar “sohbetler” makamında. Ödüller sunmuşlar, “en hakiki mürşit ilimdir.” diyenin kurduğu akademik ortamlarda, “bize cahil adam lazım” diyenler için. İşgal günleri kadar karanlık bu zihinsel katliam ve kıyam ikliminde de içinde bulunduğunuz bireysel arayış ve debelenme ile hayata küsüp kenara oturmak yahut başınızı kaldırıp “Sesi mi duyan var mı?” demek arasında ince bir çizgi var. Ben son birkaç günde ikinci yolu tercih ettim ve kulağıma şöyle bir cevap geldi, Halit Fahri Ozansoy’un o güzel nidası ile:
Bir insan nihayet kemikle ettir,
Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.
En büyük hürriyet Cumhuriyettir,
Demek şimdi sen bir cihan gibisin.
Anladım ki yalnız değilim, anladım ki yukarıda birinci hikayenin sahibi Atatürkler’in pek çok varisi var. Liyakat diyen, adalet diyen, Cumhuriyet diyen, eğitim ve aydınlanma diyen Eğitim-İş biri birinden kıymetli yönetici ve üyeleri. Şimdi bu kırık dökük kalem de aralarında bir işe yaramakla birey olabileceği azmiyle yarım kalan besteyi bu kıymetli eğitim neferleri ile şöyle tamamlama idealindedir:
Ey ana toprağı, ey Anadolu,
Açıldı önünde terakki yolu.
Hamdolsun her yanın bereket dolu,
Cennette bir yeşil meydan gibisin.