Patronlar ve onlara yetki veren bazı esnaf, memur ve çiftçi kuruluş temsilcileri Gezi Parkı protestoları ile ilgili açıklama yapmışlar ve istikrar istemişler. TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) sosyal tesislerinde bir araya gelen ve TOBB, TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu),Türk-İş , Hak-iş, Memur-Sen ve TZOB (Türkiye Ziraat Odaları Birliği) başkanları yaptıkları ortak toplantı sonunda bu kuruluşlar adına konuştuğunu anladığımız TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu “..huzura ve istikrara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var…gelişmelerin ülkemiz üzerinde kötü emelleri olanlara hizmet etmeye zemin hazırladığını üzülerek görüyoruz” demiş. Bu yorumlara katılmıyorum. Nedenini kısaca yazacağım, ancak önce şu istikrar dedikleri şey üzerinde durmak istiyorum.
Evet, Gezi Parkı protestoları öncesinde ve halen nasıl bir istikrar var.
Hemen hemen her gün istikrarlı bir şekilde bir kadın öldürülüyor. Her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor (bakınız: 2011 Antalya Kadın Zirvesi) İstikrarlı bir şekilde her gün öldürülen kadın sayısı son yıllarda oldukça arttı. Bu “istikrarı” bozmak için örneğin yapılabileceklerden biri olan kadın sığınma evlerinin açılmasında ayak süründü.
Gene her gün istikrarlı bir şekilde bir kişi iş kazalarında hayatını kaybediyor. Gereken önlemlerin alınmasının kârı düşürdüğü ve bu ölümlerin kader olmadığı açıktır. Bu istikrarın da güçlülerin canını fazlaca sıktığı söylenemez. Esnek çalışma vb. önlemler de istikrarlı bir şekilde geliştirilerek işçi ücretlerinin gerilemesi sağlanıyor.
İstikrarlı bir şekilde yerel tohumların ve bunlardan üretilen fidelerin köylülerce satılması yasaklanıyor. Bu politikalardan en çok yararlananlar ise yerlilerin yanında yabancı tohum, tarım ilacı ve beşeri ilaç üreten şirketlerdir. Ayrıca istikrarlı bir şekilde köylülerin sütlerini çiğ olarak kentlerde satması giderek yasaklanıyor. Bu istikrarlı gidiş, çoğu yabancı süt ve ürünleri şirketlerine istikrarlı bir gelir artışı sağlarken çiftçilerin eline geçen değeri küçültüyor. Gene istikrarlı bir şekilde köy şarapçılığı baskı altına alınıyor.
İstikrarlı bir şekilde HES’lerle ormanlar yok ediliyor. İstikrarlı bir şekilde altın vb. üretimi ile doğa yok ediliyor. İstikrarlı bir şekilde termik santrallerle doğa kirletiliyor.
İstikrarlı bir şekilde KİT’ler elden çıkarılıyor ve birçoğu birkaç yıllık kârına satılıyor.
Gençler istikrarlı bir şekilde ezberci, koşullandırıcı eğitime zorlanıyor. En çok protesto edilen AVM’ler esnafı istikrarlı bir şekilde işsiz bırakırken, halkı gereksiz tüketimlere yönlendiriyor.
İstikrar bu ise ben istikrar istemiyorum. Halkın meydanlara çıkarak ve her kesimin çok iyi saptadığı gibi, sadece ağaçların sökülmesi olayına takılı kalmayarak protesto ettiği aslında işte bu yukarıda sayılan güya istikrarlardır. Bu tip bir “istikrarın” bozulmasında çok büyük yararlar vardır. Patronların bu işe canı sıkılmış olabilir.
Protestoları sabote etmek isteyenler olabilir. Bunların bir kısmı yabancılar adına da çalışabilirler. 1968 olaylarında en yıkıcı, en saldırgan görünen kişilerin ajan provokatör olduğunu görmüştük. Taksim'deki protestocular bunu çok iyi bildiklerinden ellerinden geldiği kadar bu olaylara karşı önlem alıyorlar. Antikapitalist Müslüman grup namaz kılarken bu grubun etrafında sabotörleri engellemek için kuşak oluşturuyorlar mesela.
İşçilerin, esnafın, memurların ve çiftçilerin çok büyük bir çoğunluğunun bu anlamda bir istikrardan bir çıkarları yoktur. Böylesi bir istikrar zulümde istikrardır. Geniş halk kitleleri bunu istemiyor. Kimse ne iş kazasında ölsün, ne de toplumsal olaylarda. Bunları sağlamak için barışçıl protestolar yapılması gerekiyor ve yapılıyor.