
Hüsnü Mahalli
Defolu Mal (2)
Suriye ile ilgili Cenevre Konferansı’nın ikinci tur görüşmeleri cumartesi günü hiçbir sonuç alınmadan sona erdi. Sonuç alınmamasının bir tek nedeni vardı: Suriye hükümet temsilcileri “1.Cenevre Konferansı’nın bildirgesinde yer alan maddeleri sırası ile tartışalım” derken, muhalifleri temsilen Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) Heyeti “Hayır, sonuncu maddeden başlayalım” diye ısrar etti.
Oysa 30 Haziran 2012'de toplanan 1. Cenevre Konferansı’nın bildirgesinin birinci maddesinde 'ülkede terörün sonlandırılması, ateşkesin sağlanması, normalleşme sürecinin başlatılması' gibi konulardan söz ederken, 8. Madde’de; ülkeyi yeni döneme hazırlayacak ortak ulusal hükümetin kurulması isteniyordu.
Yani muhalefet terörü bitirmek değil, hükümet olma derdinde.
Bu da doğal. Çünkü; muhalefeti temsilen Cenevre'de bulunduklarını söyleyenler; aslında Suriye halkını değil, kendilerini oraya taşıyan ve maaşlarını ödeyen farklı uluslararası ve bölgesel ülke ve istihbarat örgütlerini temsil ediyorlar. Daha da önemlisi; bu delegasyonun Suriye'de savaşan gruplar üzerinde hiçbir yetkisi yok. Yani Cenevre'de ateşkes kararı alınırsa; IŞİD, Nusra başta olmak üzere, Suriye'de savaşan yüzlerce silahlı grup bu ateşkese uymayacaktır. Çünkü hiç kimse SUK emirlerini dinlemeyecektir.
SUK ve Suriye'de savaşan grupları ateşkese zorlayacak taraf ya da taraflar; SUK yöneticilerinin karınlarını doyuran ve Suriye'de savaşan tüm grupların silah ve parasını veren ülkelerdir. Durum böyle olunca, Suriye devletinin muhatabı aslında bu ülkeler olmalıydı.
Ama olmadı. Çünkü üç yıldır dünyaya yutturulmaya çalışılan ve bazı safların bilerek ya da bilmeyerek yuttuğu palavraya göre; Suriye'de bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi vardı. Onlarca bölgesel ve uluslararası İstihbarat örgütünün içinde olduğu bir mücadele. Dünyanın dört bir yanından gelerek Suriye'ye giren on binlerce ruh hastasının içinde olduğu bir mücadele.
Uğruna kafaların kesildiği, kadınlara tecavüz edildiği, cihat nikahı kıyıldığı, adam kaçırılıp kurşuna dizildiği, insanların orta çağ yaşamına zorlandığı, hırsızlık ve talan yapıldığı bir ‘özgürlük ve demokrasi’ mücadelesi!
Hepsi de Allah ve din adına!.. Utanmadan ve arlanmadan!..
Başlangıçta yalnızca Afganistan'daydılar, şimdi her yerdeler.
Başlangıçta bireysel ve küçük çaplı silahları vardı, şimdi her türlüsü. Yalnız Libya ordu depolarından, aklınıza gelen her türlü silahları çaldılar. Artık her yerdeler, ağır ve gelişmiş silahları var.
Adları Kaide, IŞİD, Nusra ya da başka olması fark etmez!
Batı bunların tümünden kurtulma kararı almadığı sürece, coğrafyamızın tümü en az 50 yıl daha bu ruh hastaları ile uğraşacak. Çünkü 'Arap Baharı' süreci ve buna bağlı olarak Mısır, Libya, Tunus, Yemen, Suriye ve Irak'ta yaşananlar, bu ruh hastaları için yeni ufuklar ve muazzam deneyim, birikim ve fırsatlar yarattı. Çünkü, onlara bu yolu açan bölgesel iktidar ve güçlerin tümü batı tezgahlarının imalatıdır. Batı işte bu nedenle hep rahat. Çünkü malını iyi tanıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında hep öyle olmuştur. Batı her zaman dini ve dincileri kullanmıştır.
Onun için fark etmez: Radikal, ılımlı, yumuşak, mülaim, sert vs.
Yeter ki, Batı’nın plan ve projeleriyle uyumlu olsun!
Bu plan ve projelerin özünde Müslümanı Müslümana kırdırmak var ve hep olacak.
Şii, Sünni, Alevi, Dürzi, Ezidi, Kürt, Türk, Arap, Acem hatta her türlü Hıristiyan olması fark etmez.
Batı’nın bir suçu varsa, bizimkilerin bin suçu var!
Satılmış krallar, emirler, şeyhler, başbakanlar, politikacılar, gazeteciler, akademisyenler, işadamları vs.
Hepsi de Obama'dan bir 'Alo'ya bakar.
Çünkü hepsi defolu.
‘Outlet’ sırasını bekliyorlar.