Hüsnü Mahalli

Hüsnü Mahalli

Kâbus

Dün gece rüyamda çok ilginç ve bir o kadar sevimsiz şeyler gördüm.

'Hayırdır inşallah' denilecek türden de değil.

Tam anlamı ile bir kâbus.

Üstelik yatmadan önce öyle ağır şeyler de yememiştim.

Televizyon ise hiç seyretmemiştim.

Rüyamda yeni keşfedilmiş bir gezgendeydim.

Hani gazeteciyim ya ilginç olur diye sevinmişim.

Ama bu sevincim uzun sürmedi. Çünkü yeni gezegenin hakimi, ki oradakiler ona Reis diyor, gazeteciliği kendi iznine bağlamıştı. Yani gazetecilik yapmak isteyenler huzura çıkıp ondan onay alacakmış. Durum öyle olunca ben de gidip bir bakayım dedim. Huzura çıktığımda adam oldukça uzun ve karizma bir tip idi. Alt tarafında pantolon üst tarafında Arap kıyafeti.

Çok sert ve somurtkan bir ifade ile 'Duydum ki gazetecilik yapmak istiyormuşsun' diye sordu. Yanıt vermeme izin vermeden devam etti :

'Burada gazeteci olmak istiyorsan ömür boyu ben ne yaparsam yapayım bana yalakalık yapacaksın. Bunu beceremezsen beni kızdıracak tek bir kelime yazmayacaksın'.

Ben de 'Bu ne biçim gazetecilik' deyip kızgın bir şekilde salondan çıktığımda etrafımı sivil ve garip kıyafetli adamlar sardı ve vurmaya başladılar. Hepsi de : 'Reis'e saygısızlık yaptın cezanı vereceğiz' türünden bağırıp çağırıyordu. Canımı zor kurtarıp kaçtığımda kendimi bu kez kalabalık bir meydanda buldum. Biraz da Tahrir'e benziyordu. İnsanlar bir şeyleri kutlamaya çalışıyordu ama Reis'in adamları hortumlarla bozuk biber salçası döküyordu üzerlerine. Her taraf salça olunca bu kez Reis'in dozerleri meydanı temizleme bahanesi ile göstericilerin arasına daldı. Herkes kaçışınca bu kez kendimi bir televizyon stüdyosunda buldum.

Orada da BBC'de çalıştığım yıllarda çok iyi dostum olan Sami ile karşılaştım. Haber bülteni hazırlıyordu. Bültene göz attığımda tüm haberlerin Reis ile ilgili olduğunu gördüm. 'Yahu bu ne Sami ' dediğimde gelerek 'Sen de 1-2 ay kalırsan alışırsın. Bu gezegenin adı 'Sus yoksa'..

Yani hiçbir şeye itiraz etmeden işini yap. İtiraz etsen bile işe yaramaz. Çünkü her yerde Reis'in adamları var. Bak ben bile onun adamı olabilirim. Dostum diye bana bile güvenme"

Sami gezegenin adını Arapça söylediğinde 'İhras vailla' bir ara kendimi bir Arap ülkesinde sandım. Ama televizyon binasından çıkıp sokaklarda insanlarla konuşmaya kalkıştığımda hiç kimse konuşmuyordu. Israr edince yanıma yanaşan üç adam ellerindeki kağıdı uzatarak okumamı istediler. Çerçevesi oldukça süslü olan kağıtta Arapça : Reis'i kızdırma, intikamı çok acı olur' türünden bir şeyler yazıyordu. Adamlar ayrılınca arkamdan bir ses: Fazla uğraşma, başına iş alırsın' türünden mırıldanma duydum. Döndüğümde ne göreyim: Yeğenim Emre'nin 5 yaşındaki canavar oğlu Doruk. O hin gülümsemesi ile 'Hüsnü anla artık bu gezegende her şey Reis'in. Çil çil altınlar, güzel arabalar, kebaplar, lahmacunlar..'

'Sen ne yapıyorsun burada Düdük Doruk' dememe fırsat bırakmadan 'Boşuna uğraşma bu gezgeni adam edemezsin. Burada herkes ikiyüzlü, yalaka, sahtekâr, çıkarcı, ilkesiz ve insani hiçbir değeri kalmamış yaratıklar gibi' dedi ve elimden tutarak roket rampalarının bulunduğu bir alana götürdü.

Yolda da konuşmaya devam etti. 'Bak bu Reis ile baş edilmez. Gezegende her şeyi kontrol ediyor. Herkes ona hizmet ediyor. Ya korkudan ya da satın alınarak'

'Ulan Düdük Doruk ( ben ona hep düdük derim) sen bunları nereden öğrendin bu yaşında' diye takıldığımda hemen hazır cevap' Unuttun galiba ben küçük iken sen beni hep Ortadoğu ninnileri ile uyuturdun' dedi.

Rampaların bulunduğu alana geldiğimizde karşımıza Reis çıktı. Önce Doruk'u alıp götürdüler sonra da beni bir roketin içine yerleştirdiler. Reis bana gülümseyerek el salladığında ben çok yükseklere hızla ilerliyordum. Aşağıya baktığımda Reis'in adamları meydanlarda toplanan insanların üzerine yine o bozuk salçadan döküyordu.

Sonunda roketin yakıtı bitti ve kaptan çevresine bakarak etraftaki gezegenlerden bir gezgen beğenerek zorunlu iniş yaptı. Kapıyı açıp indiğimde ne göreyim : Reis garip bir gülümseme ile kapıda beni bekliyordu. 'Bak gördün mü roket bile döndü dolaştı seni tekrar bana getirdi. Gel inat etme teslim ol. Çaren yok. Bu ve evrende birçok gezgen benim kontrolümde'.

Sonra da cebinden bir cam parçası çıkarttı ve bana uzatarak :

'Bak bu cam parçası ile her şeyi kontrol ediyorum. Askerleri, polisleri, emrimde çalışan herkesi.

'Peki karşı çıkan yok mu?'

'Ha muhalifler demek istiyorsun'

'Evet bu gezegenlerde sana karşı olanlar yok mu?'

Reis bu kez Arapça konuşmaya başladı.

'Biliyorsun muhalefet kelimesini Osmanlılar Arapçadan almışlar. Kelimenin kökeni Halif ya da Muhalif. Yani birinci kökenden hareket ediliyorsa benim muhaliflerim aslında benim müttefiklerimdir. Çünkü   Arapçada halif müttefik demek. Yok eğer ikinci kökenden hareket ediyorlarsa o zaman benim yasalarıma muhalifler o zaman da cezalarını bulurlar. Nasıl olsa anayasa ve yasaları ben yazdım'.

Reis'e itiraz etmeye kalkıştım ama dinlemeden devam etti:

'Gördüğün gibi bu gezegenlerde yaşama şansın hiç yok. Teslim ol ve kral gibi yaşa'.

'Ama benim ilkelerim, inancım, mücadelem, onurum ve insan olma özelliklerim ne olacak?'

'Saydıklarının ne olduğunu bilmiyorum ama onlar senin sorunun'

'Ama bir gün gelir senin de sorunun olur. Çünkü değeri olmayan değersiz yaratıkların sana verdiklerinin hiçbir değerinin olmadığını bir gün gelip sen de öğreneceksin'

Reis daha cümlemi bitirmeden yanındaki adamlarına 'Alın bunu Nevada Çölü'ne atın' diyerek yanımdan ayrıldı.

Ben ise dövülerek roketin içine yerleştirildim. Pencereden baktığımda Reis etrafındaki adamlara bağırarak yandaki roketi hazırlamalarını emrediyordu.

İşte tam bu sırada 'Bu adam peşimden gelecek' kâbusu ile uyandım.

Ter içindeydim ve ödüm kopmuştu.

Uyku ve kâbus sersemliği ile bir ara 'acaba bu gazeteciliği bıraksam mı' diye düşündüm ama kendi evimde olduğumu fark edince :

'Mücadeleye devam' diye bağırdım.

Evet bağırdım.

Neden mi?

Benim ve sizin onurunuz için.





Önceki ve Sonraki Yazılar