Ömer Adıgüzel

Ömer Adıgüzel

Sazın Teli Koptu

Berlin’de lisansüstü öğrenciliğim zamanında mektup ve kart beni yakınlarımla bağlayan tek iletişim aracıydı. O zamanlar elektronik posta ya da sosyal medya araçları zaten yoktu. Telefon çok pahalıydı ve TV yayınlarına da bağlanmak olanaksızdı. Benim için de mektuplar vardı.  

Kendimi bildim bileli mektup yazmayı da okumayı da çok severim. Mektup yazmak benim için hâlâ bir ritüel ciddiyetindedir. Mektupları insan önce kendisi için yazar. Çünkü mektup, içtenliktir; kendinle konuşma ya da bir çeşit itiraf gibidir. Bu nedenle ben de elbette daha çok kendimin olduğu mektupları, önce kendime yazdım.  

Sazın Teli Koptu (2024, Can Yayınları), Erdal Öz’ün iki mektubu dışında Zülfü Livaneli’nin Erdal Öz’e yazdığı mektuplar, bu mektuplara ilişkin Livaneli ile yapılmış söyleşiler, Erdal Öz’ün vefatından sonra Livaneli tarafından yazılan ve kitaba da adını veren Erdal’a Ağıt şiirinden oluşuyor. Kitabı yayına hazırlayan Cem Akaş’ın notundan Livaneli’nin, Erdal Öz tarafından kendisine yazılan tüm mektupları sakladığı, Öz ailesine teslim ettiği ancak o mektupların henüz bulunamadığı için bu kitapta yer alamadığını öğreniyoruz. Erdal Öz tarafı eksik kalsa da mektup severlerin keyifle okuyacağı bir kitap. 

Zülfü Livaneli ile Erdal Öz de birbirlerine yazdıkları mektuplarla, yalnızlıklarını ve yaşamlarını tüm içtenlikleriyle paylaşmışlar. Onların dostluklarını da belli ki bu paylaşımlar güçlü kılmış. Birbirleriyle Livaneli’nin müzik, öykü ve roman yazma girişimleri, Erdal Öz’ün yayıncılık ve öyküleri, ülkenin politik durumları üzerine sohbet eder gibi yazışmışlar. Kimi mektuplar gecikmiş, kimisi ulaşmamış, mesajları ortada kalmış ya da kimilerinde sitemler artmış ama her zaman dostluk bâki kalmış. 

Zülfü Livaneli’nin İsveç’te sürgün ve sığınmacı olduğu yıllarda yazılan bu mektuplar, Zülfü Livaneli ile Erdal Öz’ün yaşamlarındaki zorlu dönemleri, para kazanma mücadelelerini, ülkenin 1970 ve 80’li yıllardaki karışık ve belirsiz politik ortamını, iş ve özel yaşamlarındaki değişimler ile yaşadıkları dönemin aydın ve entelektüellerinin çelişkilerini çok iyi yansıtıyor.  

Livaneli, 20 Şubat 1974 yılında Stockholm’den yazdığı ilk mektubunda, Cumhuriyet Gazetesi’nde Yaralısın romanını parça parça okuduğunu ve yazma işinin, kutsal kitaplarda “Bu iş sana açıklandı ve sana verildi” ifadesiyle söylendiği gibi Erdal Öz’e verilmiş bir “görev” olduğunu, onun da bu görevi hakkı ile yerine getirdiğini belirtir. Erdal Öz’ün yazar olduğu kadar iyi bir yayıncı olması tesadüf olmasa gerek.   

Livaneli’nin ilk mektupta yazdığı “…Burası İsveç diye bir yer. Çoğu zaman burada ne işim olduğunu, bu topluluğun, bu dilin benimle ne ilgisi olduğunu düşünüp duruyorum. Saksıya dikilmiş gibi, iğretiyim burada…” tümcelerinden yurt dışında yoğun bir yalnızlık ve yabancılaşma içinde olduğu anlaşılır. Livaneli, yazdığı mektuplarda uzun süreli yurt dışı yaşantısından pek de mutlu olmadığını vurgular. Ancak bu yalnızlık aynı zamanda Livaneli’nin yaratıcılığını desteklemiş ve kendini gerçekleştirme sürecinde ona iyi olanaklar da sunmuştur.  

Yurt dışında uzun süre yaşayanlar dile getiremeseler de hep “bir şeyin” eksik kaldığını hisseder ve bilir. Livaneli de “memlekete dönük bir radar gibi” yaşadığını belirtir. Mektuplarda Erdal Öz’ün öykülerinin yabancı dillere çevrilerek yayınlanma süreçlerine ilişkin bilgilere tanık olurken aynı zamanda yurt dışında bulunan diğer aydınların yaşadıkları kimi çelişkileri de Livaneli’nin şu değerlendirmeleriyle okuruz: “…tam 19’uncu yüzyıl nihilistlerine benziyorlar. Herkes kendi zavallılığını saldırıyla örtmeye çalışıyor…”.  

Livaneli, mektuplarının birinde Erdal Öz’e, Behrengi’nin Küçük Kara Balık kitabını yayımlamasını önererek bu kitabın dünya çapında bir üne kavuşacağına ilişkin düşüncelerini paylaşır; zaman Livaneli’nin yazınsal öngörüsünü haklı çıkarır. Dönem aynı zamanda iyi çocuk kitaplarının Türkçe’ye kazandırılma zamanıdır ve Erdal Öz yayıncılık yaşamında en çok bu uğraşıya zaman harcar. Hatta bu nedenle Yaşar Kemal’den eleştiri de alır. Yaşar Kemal’e göre yazarlık işi adanma gerektirir. Yayıncılıkla uğraşırsa yazarlığı bundan zarar görebilir. Oysa Erdal Öz, o dönemde Türkiye’de yeni yeni adım atılan çocuk edebiyatına önemli bir zaman ayırmaktadır. Öz, çocuk edebiyatına ilişkin günümüzde bile geçerli olan görüşlerini Livaneli’ye yazar: “…İyileri o kadar az ki. Çocuklara karşı sorumluysak, kötüleri ortaya çıkarmamak gerekir…” (s.60). Erdal Öz’ün çocuk yayınlarına ilişkin bu uğraşlarının Can Yayınları’nın kuruluşuna da önemli bir katkı sağladığı açıktır.   

Mektuplardan Livaneli’nin aslında hep yazar olmak istediğini, müzisyen olmak gibi bir amacı olmadığını ancak şartların onu bu yöne ittiği fark edilir. Sürgün zamanlarında verilen konserler, yapılan besteler biraz da yaşama tutunmak için yapılmış kısa süreli işler olarak görünürken sanatın etkileyici ve iz bırakıcı gücüyle Livaneli’yi önce müzik arenasında ortaya çıkarır. Livaneli’nin Yaşar Kemal, Mikis Theodorakis, Angel Parra, Maria Faranduri ile İsveç buluşmaları, uluslararası bir dayanışmanın temellerinin bu sürgün yıllarında atıldığını gösterir. Aslında Livaneli’nin sürgün yıllarında yaşadığı tesadüflerin ona hem müzisyenlik hem de yazarlık kapılarını aralamış olduğu da söylenebilir.  

Mektuplarda sıklıkla Livaneli’nin yurt özlemini ve geri dönme isteğine ilişkin feryatları duyarız: “Avrupa yetti Erdal. Avrupa aydınları da, Avrupa’da yaşayıp da buraların kültürünü abartan Türk aydınları da yetti. Bir an önce dönmek istiyorum…” (s. 65). Benzer duyguları kitaba alınan Zeynep Oral’ın Milliyet Sanat Dergisi’nde yazdığı iki uzun yazıda da görürüz. Bu yazılar, Livaneli’nin 5 yıl sonra kesin olarak Türkiye’ye döndüğü zaman kendisi ile yapılan söyleşiyi içerir. Söyleşinin bir yerinde niçin kesin dönüş yaptınız sorusuna Livaneli’nin verdiği yanıt mektuplarla koparmak istemediği bağın ipuçlarını verir: “…Orada bir yabancıydım hep. Orayla bütünleşemedim. Bütünleşmek istemedim. Kendi halkından, kendi dilinden kopuk sanatçının nasıl kuruduğunu, nasıl kuruyacağını gördüm… Doğada çeşitli güzellikler var. Ancak insanın bir temeli, ayağını bastığı yer yoksa kökü bir toprağa dikili değilse, başının dönmesi işten bile değil… Hem sanatım hem yaşantım, tüm bakış açım Türkiye’den kaynaklanıyor, Türkiye’den soluk alıyordu…” (s. 48). 

Livaneli’nin mektupları başından sonuna kadar memleket hasreti kokar ve Erdal Öz’ün mektupları, gönderdiği kitaplar ile dergiler “çatlak toprağa dökülen su gibi” can verir Livaneli’ye. İki yazarın dayanışmalarını ve yalnızlıklarını paylaştıkları bu mektuplardan etkilenmemek olanaksız. Sazın Teli Koptu kitabında yer alan her mektup, insana kendi yaşamının bir dönemini ve yalnızlıklarını hatırlatır; Livaneli ve Öz’e başka açılardan bakarak onları kendimize daha yakın hissetmemizi sağlar.  

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar